Bidly
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Atlantis ve Ademoğulları

Aşağa gitmek

Atlantis ve Ademoğulları Empty Atlantis ve Ademoğulları

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:03

Ben Haz. İdris'e dedim ki, etrafımda dolanan bir ruh gördüm. Bana
atalarımdan olduğunu belirterek ismini söyledi. Onun ölüm tarihini
sordum, bana kırk bin sene önce olduğunu söyledi. Bizim inançlarda
Adem'in ne zamanlar yaşadığını sordum. O da, `Hangi Adem'i soruyorsun,
Yakın olan Adem mı?' diye sordu. Haz. İdris Buyurdu ki, `Doğrudur ...' "
İbn'ül Arabi, Fütühat-ı Mekkiyye (1)

Adem ve Ademoğulları
Adem, üç semavi din tarafından ilk insan olarak bilinir. Fars-Sanskrit
kökeninde bulunan "adamas" sözcüğü Türkçe'de "adam", erkek olarak
yerleşmiştir (2). Bu gösteriyor ki Adem sözcüğü oldukça yaygındır.
İbranice'de "kızıl toprak" anlamına gelen Adem, ilk insanın Kızılderili
olduğu kanısını uyandırmıştır. Ayrıca, Atlantaloglar arasında
Atlantis'in toprağının verimli, voklanik ve demir oksitli oluşundan
dolayı kırmızı renkte olduğunu düşünenler de var. Kızılderili,
Amerika'nın keşfinden çok önce Grekler tarafından (Atlantisliler gibi)
deniz ulusları olan Finikelilere ve Giritlilere denilirdi. Fenikeli
(Phoinikia) Grekçe'de Kızılderili anlamına gelir. Ayrıca Mısırlılar
kendilerinin aslen Kızılderili olduklarını söylerdi. Blavatsky'e göre,
"Gizli Doktrin öğretir ki, Ad-i ilk konuşan insanlara verilen adını...
Adam, Sanskritçe Ada-Nath'dır, ve Ad-İswara gibi ilk önder anlamına
gelir. Aynı şekilde Ad (ilk)'le başlayan her hangi bir Sanskrit sözcük
bu anlamı içerir" (3).
Fenikelerin tanrısı Adonis etrafında, Anadolu ve Orta-Doğu'da yaygın
bir kült oluşmuştu. Batı Anadolu'da Frigler ona Attis derlerdi. Sami
dillerde Adonis sözcüğü efendi veya önder (hükmeden) anlamını aldı.
İbraniler Tanrı anlamıa gelen "Yahweh" sözcüğü boş yere kullanıp on
emirlere karşı gelmemek için onun yerine aynı kökenden "Adonay" sözcüğü
kullanırlar.
Adem konusu, tarih boyunca çeşitli spekülasyonlara yol açmıştır.
Tevrat’ta verilen bilgilere göre, Adem'in ilk oğulları, Habil ve Kabil
(Kaini) idi. Kabil öz kardeşi Habil'i öldürdüğü için lanetlenmişti ve
Tanrı tarafından yüzüne bir işaret konularak kovulmuştu. Cennet Bahçesi
Aden'in doğusunda uzak bir yerde kendine Nod adında bir şehir kurmuştu
ve evlenerek çocuk sahibi olmuştu. Onun soyundan Filistin'de Kenanlılar
ortaya çıkmıştı. Tevrat'ta bu çelişkili metin (Tekvin, Bap 4) "Adem
öncesi" ırkların (Pre-Adamities) varlığı konusunda birçok varsayımlara
yol açmıştı. Adem ve Havva'nın oğlu, Kabil'in kendisine karı bulması,
hatta şehir kurması aksi takdirde nasıl açıklanır? Ezoterik anlamda din
kitaplarında anılan Adem, ilk insan değildi, fakat Atlantis'te ortaya
çıkan yeni bir ırkın prototipi idi, ondan önce başka "Adem"ler de
vardı. Adem, o halde, belirli bir insan proto-genotip'e verilen bir
unvandı. Doğal olarak, ortaya çıktığında diğer aborijin/yerli insan
türlerine göre daha gelişmiş olduğunu varsaymak gerekir. Bu sebepten
dolayı, Kutsal Kitaplar onun ortaya çıkışı ile, insan prototipin ilk
yaratıldığını belirtmişlerdir.
Donelly'e göre cennet bahçesi, Aden, Atlantis'ti. "Aden" sözcüğü
"Atlan" kelimesinde türemişti ve Adem sözcüğü "Atlantis ırkı" Ad'lardan
türemişti. Tevrat'ta Kenan ülkesinin (Filistin) Aden'in doğusunda
olmasının belirtilmesi (Tekvin Bap 4/16) oldukça anlamlıdır. Bu
gösteriyor ki, Aden, cennette değil de, yer yüzünde bir bölgedir, ve
insanların ana yurdu olan ve tufan öncesi bir yer olan Aden, batıda yer
almaktaydı. O halde, Atlantis öyküsü üç “semavi” dinde yer alan
öykülere açıklık getirmektedir, ve onlara tamamen uyumludur.
İbranilere göre, ilk insanın kızıl topraktan meydana gelmiş olması ve
Platon'un Atlantis'le Amerika arasındaki ilişkinin üzerinde önemle
durması, tufan öncesi kayıp ülke ve Amerikalar arasındaki yakın bağı
işaret etmektedir. Atlantoloji'nin en kuvvetli kanıtları Amerika'lardan
geliyor. Orta Amerika'nın muhteşem uygarlıkları beyaz adamın gelişi
ile, dizili iskambil kağıtları gibi yıkılı verildi.
İspanyol konkiskadoru Cortez Meksika'ya istila ettiği zaman, yerliler
onu çok iyi karşıladılar, Çünkü efsanelerinde çok eski devirlerde beyaz
"tanrılar" gemilerle doğudan gelmişlerdi ve onlara uygarlık
öğretmişlerdi. Sonra, tekrar döneceklerine söz vererek doğuda
yurtlarına dönmüşlerdi. Kızılderililer köse oldukları halde "tanrılar"
aynı Cortes'in yüzbaşısı Pedro de Alvarado gibi sakalı, sarı saçlı,
beyaz tenli ve mavi gözlüydü. Kızılderililer onu tanrıları Kuetzalkoatl
sanarak önünde secde ettiler. Peru'ya istila eden Pizarro'da aynı
sebepten dolayı, bir avuç adamla 10 milyon nüfuslu İncalara karşı kolay
bir zafer kazanmıştı, onların tanrıları Virakoşa'nın adı "beyaz adam"
anlamına geliyordu.
Ergeç Kızılderililer doğudan gelen bu istilacıların uygar, insancıl ve
öğretici "beyaz tanrılar"la hiç bir ilgileri olmadığını öğrendiler.
Onların vermeye değil, çalmaya geldiklerini gördüler. Kısa bir sürede,
din maskesi ile beyaz adam, kızıl adamın altınlarını, gümüşlerini, ve
kıymetli taşlarını soyacak; sanat eserlerini, heykellerini,
edebiyatlarını yok edeceğini; kültürlerini silmek için elinden geleni
yapacaklarını göreceklerdi. Kızılderililere ruhsuz bir boşluk çökmüştü,
tarih boyunca gurur duyduğu ananeler küstahça ayak altında ezilmişti.
Yeni gelen bu acımasız insanlar, onun kutsal topraklarına
yerleşiyorlardı; onun kucak açtığı doğayı tahrip ediyorlardı. Eski, çok
eski uygarlıkları sönüyordu. İspanyol Krallı II Philip'e, Peru'daki
İnkalar ile ilgili rapor veren Manico Serra de Leguicamo, onların beyaz
adam gelene kadar suç ve ahlaksızlık bilmediklerini, fakat sonradan
beyaz adamı örnek alarak, hızla değiştiklerini yakarmıştı, "orada
kötülük yoktu, şimdi neredeyse iyilik kalmadı" (4).
Atlantis'nin en kuvvetli kanıtlarından biri Meksikalı Azteklerin
kendilerine Azt'ler olarak tanımlamaları ve batıda "Aztlan" adında
"sula çevrili ve büyük bir dağın bulunduğu bir ülke" den geldiklerini
belirtmelerinden kaynaklanıyor. Atantis tezine karşı olanlar,
Azteklerin 12. asırda geldiklerini işaret ediyorlar. Ancak onlar, ne
Azteklerin bir deniz kültüründen geldiklerini, ne de "Aztlan"ın nerede
olduğu konusunu açıklama getiremiyorlar (5). Kristof Kolombo'nun
Amerika'ya ilk indiği yere yakın, Atlan adında bir yerleşim bölgesi
varmış. Ayrıca Peru'da Atlan isminde bir liman vardı. İspanyollar
Meksika'ya girdikleri vakit Atlan isminde beyaz yerlilerin bulunduğu
bir yerleşim bölgesi buldular. Kızılderili dillerde "atl" su anlamına
gelir ve "atlan" le biten pek çok yer ismi vardır.
Kuran'da söz edilen Ad kavmine gelince, M. Asım Köksal'ın Peygamberler
Tarihi şöyle yazar,"Ad kavminin yurtları; Hudramevt'e ve Yemen'e kadar
uzanan yerler olup Allah'ın yerlerinden, en genişi, en otlu, sulu, bol
nimetli olanı idi. Başkalarına verilmeyen boy bos, güç kuvvet de,
onlara, verilmişti ... Onlar, inatçı bir zorbanın emrini tutup ardından
gittiler de: `Kuvvetçe, bizden daha güçlü kim varmış?" diyerek yer
yüzünde büyüklük taslamağa, memleketlerinde azgınlık ve fesatlarını
artırmağa, halka zülüm etmeğe başladılar"(6).
Bundan sonra Hud peygamber'in ikazlarına dinlemeyerek Tanrının gazabına
uğradılar. Bir kara bulutun ardından gelen kasırgada yok oldular. Halen
kadim megalit (büyük taş) harabelere Araplar "işte Ad kavimden arta
kalanlar" diye gösterirler. Soy kütükleri Tekvin'de Nuh oğlu Ham'ın
soyundan Ad olarak gösterilen bu kavime gelen felaket Atlantis
tufanından sonra olması gerekir. Ancak onlar, tufandan kurtulanlar
arasında olup, Nuh soyundan ayrı bir kavim olabileceklerini de hesaba
katmamız gerekir. Bu durumda onların iri lanetlenmiş Titan-Nefilim
soyundan olup, Atlantisli atalarının "Ad" ismini kullanmaları doğaldır.
Türkçe'de "ata" sözcüğün Atlantis'le ilgili ilkel bir anı içerebilir.
Linguist ve Anlantolog Charles Berlitz aşağıdaki cetveli (7)
hazırlamıştır:
Bask - ait
Quechua - taita
Türkçe ve Türk dilleri - ata
Dakota (siyu) - atey
Nahuatl - tata
Semiole - initati
Zuni - taççu (tatçu)
Malta - ta
Tagalog - tatay
Welsh - tad
Roumani - thatha
Fiji - tata
Samoa - tata

Ayrıca, Latince'da Pater söcüğü unutmamak gerekir. Grek mitolojisinde
"titan" aynı kökten geldikleri kanısındayız. İlerdeki sayfalarda
göreceğimiz gibi büyük olasılıkla titanlar Atlantis'in yerlileriydi.
Tamamen varsayımlara dayanarak, Türkçe'de "ata" sözcüğü Atlantis'li
Ad'lara dayanan bir soy kütüğün göstergesi olabilir mi? Ada sözcüğü
Atlan'dan türemiş olabilir mi? Bu konuda bir varsayım ileri atmaktan
ileri gidemeyiz. Aynı şeyi Poseidon'a kutsal olan ve bazılarına göre
soyları Atlantis'te gelişen at için denilebilir mi? Atın ilkel türleri
Amerikalarda bulunduğu halde, onlar oradan binlerce sene önce yok
oldular. İspanyollar Amerika'ya ilk atları getirdikleri zaman yerliler
ilk başta, İspanyolları yarı at yarı insan bir yaratık sandılar.
Tekvin'e göre, Adem'in yaratılışından tufan'a kadar 10 nesil geçmişti.
Her neslin başında bir önder (patriarch) vardı. Bunların birincisi Adem
ve onuncusu Nuh'tu. Onların yaşları gümümüzdeki insanlara göre oldukça
fazlamış. Bu konuda Metuşelah 966 senelik ömrü ile rekoru tutuyor. Bazı
araştırmacılar bu yılların aslında ay hesabı olduğu kanısındalar.
Platon'un kaydettiği Atlantis'in batış tarihini bu kameri hesapla
düşürmeye çalışanlar da olmuştur. Ancak, Tekvin'in yazarı veya
yazarları onları yıl olarak gösterir. Tekvin'e göre tufandan sonra
insanın yaşama süresi yıl itibari ile, gittikçe azaldı. Platon'un
Atlantis’inde 10 kral olması ve Berosus'un tarihinde tufan öncesi 10
kral olması, geçen yüzyıllarda Batı dini çevrelerde gözden kaçmadı, ve
Platon'un öyküsü Tevrat’la karşılaştırıldı. Bir çok benzerlikler
çeşitli din adamları tarafından Platon'un öyküsün kutsal kitapları
doğruladığı görüşüne sevk etti.
Tekvin'de diğer bir bölüm oldukça anlamlıdır, "Ve vaki ki toprağın
üzerinde adamlar çoğalmağa başladı, ve onların kızları doğduğu zaman,
Tanrı oğulları adam kızlarının güzel olduklarını gördüler, ve bütün
seçtiklerinden kendilerine karılar aldılar. Ve Rab dedi, Ruhun adam ile
ebediyen çekişmeyecektir, çünkü o da ettir, bunun için onun günleri yüz
yirmi yıl olacaktır. Tanrı oğulları insan kızlarına vardıkları, ve bu
kızlar onlara çocuk doğurdukları zaman, o günlerde hem de ondan sonra,
yeryüzünde Nefilim (devler) vardı, bunlar eski zorbalar, şöhretli
adamlardı" (Tekvin Bap 6).
Bu yazımızda biraz olta atacağız belki de zaman zaman sizce fazla uçuk
ve fantastik gelebilecek olasılıklarla flört edebiliriz, ancak asıl
amacımız bir şekilde gerçekleri ortaya çıkarmaktır. Kitabi Mukaddes'te
(Eski Ahit ve Yeni Ahit/İncil) Enok kitabından yer yer söz edilir.
Asırlardır saklanan ve kutsal metinler külliyatından çıkarılan bu
kitabın iki farklı nüshası vardır, biri yakın zamanlarda bir Rus
manastırında bulunarak Slavonik dilde muhafaza edilmiştir. Adı "Enok'un
(Haz. İdris) Sırlar Kitabı"dır(Cool. Bu kitapta Enok'un Tanrı tarafından
göğe kaldırıldıktan sonra cennet ve cehennem katlarında gördüklerini ve
sonradan 360 kitap yazdığını anlatmaktadır. İkinci ve çok daha uzun
kitap ise "Enok’un kitabı"dır. Burada Nefilimlerin devler olduklarını
ve tufandan önceki çöküş devrinde onların insanoğlunun yiyeceklerini
tükettiklerini ve bunlar da yetmediğinde insanları yediklerini yazıyor.
Bu kitapta, bu çeşit atıflar, dini çevreleri rahatsız etmişti (San
Augustine "Tanrının Şehri") ve kitabın 1772 yılında James Bruce
tarafından bir Habeş manastırında bulunana dek, eski ahit külliyatından
çıkarılmasına, yüzyıllardır ortandan kayıp olmasına sebep vermişti (9).
Bu kitaba göre Samael tarafından idare edilen melekler Hermon dağına
inerek insanlara büyü, savaş, kozmetik gibi yasak sanatları öğretiler.
Daha sonra başmelek Mikhael'in önderliğinde dört baş melek Rafael
(İsrafil) Mikayil, Cebrail ve Uriel onları bağladılar yeraltına inen
bir çukura atılar. Bundan böyle bu dört başmeleğe "Denetçiler" denildi
ve onlar dört istikameti, Doğu, Güney, Batı ve Kuzeyi uykusuz
gözleriyle gözetlediler. Harut ve Marut gibi düşmüş melekler efsanesi
böyle gelişti ve daha sonra Legemeton gibi Haz. Süleyman'a addedilen
büyü kitaplara malzeme oldular. Bu da ayrı bir hikaye. Belki de
Blavasky'nin dediği gibi kutsal metinlerin ezoterik şifrelerini çözmede
7 anahtar kullanmamız gerekir. Tekvin'de söz edilen varlıklar melek
değil de fiziksel olmalı ki Ademoğullarının kızları ile ilişki
kursunlar ve çocukları olsun.
Ademoğulları ile birleşerek bir melez ırkı doğuran Tanrı oğulları
kimdi? Gerek Tevrat'ta gerek Ölü Deniz'de bulunan Esen kayıtları
anlatıyor ki, insanoğulları kadim bir devirde bir genetik aşılanma
gördüler. Bu o kadar açıkça ifade edilmiştir ki bazı arkeolojik
ufologlar uzaydan astronotların (tanrıların) gelip insan evrimini
geliştirmek için böyle bir işlemde bulundukları olasılığı ciddi ciddi
ele almışlardır. Her ne kadar bu yazarlar, kendi tezlerini doğrulamak
için bir takım asılsız benzetmeler ortaya atmışsa, Tanrı oğullarının
kim oldukları konusunda, kimse tatminkar bir çözüm getirememiştir ve
binlerce sene önce, uzaydan gelen ve insandan daha gelişmiş, ancak
yinede humanoid (insan türününden) olan varlıkların, insan evrimini
hızlandırmak için bir genetik aşılama yapmaları modern mitoslardan da
biridir. Böyle bir tez doğruysa, o zaman onların insanlarla ortak bir
kaynak paylaşmaları gerekir, aksi takdirde onların ne humanoid
olmaları, ne de Ademoğullarının kızlarından çocuk yapmaları olasılığı
vardır. Bu da spekülasyonlar için yeni sahalar açmaktadır, ancak bütün
bunlar, tabii ki, birer varsayımdır.
Kayıtlar insanı kolayca böyle bir düşünceye sevk ediyor. Tanrı
oğulların (Beni Elohim) yaratığı bu melez ırk, Grek mitolojisinde
Titanlar'a benzer. Platon'un belirtiği gibi bir "tanrı" olan Poseidon
yerli bir kadınla birleşerek Atlas ve diğer Titan kardeşlerini doğurdu.
Platon'a göre, Atlantis'i yöneten sınıfta tanrı soyu vardı, ancak
zamanla tanrı soyu insan soyuna nispeten azalmıştır ve Atlantis'de bir
çöküş, bir dejenerasyon başlamıştı. Onlar "yüce ideallerinden sapmaya"
başladıkça, sonları hazırlanmaya başlanmıştı. Burada kullanılan "tanrı"
sözcüğü ele alırken, unutmamak gerekir ki, farklı kültürlü bir
toplumdan çevrilmiş bir terimdir. Platon tek bir Tanrı'yı öğretirdi,
küçük harf başlıklı "tanrı" sözcüğü ise büyük harf başlıklı "Tanrı" ile
aynı şey ifade etmez.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Atlantis ve Ademoğulları Left_bar_bleue100/100Atlantis ve Ademoğulları Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Atlantis ve Ademoğulları Empty Geri: Atlantis ve Ademoğulları

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:03

Irk kavramları, İkinci Dünya Harbinden sonra tabu bir konu haline
gelmiştir. Ancak, materyalist bir temele dayanan ve Üçüncü Reich
mitosunu oluşturan "herenvolk", "ırk saflığı" gibi görüşler yerine, bu
kadim görüşlerde melezliğin işlendiğini görüyoruz. Ancak, Nuh soyu
için, ırk saflığını korumak gibi adetlerin varlığı metinlerde
gözükmektedir. Bu, hem Yafeti bir kökenden gelen Ariler için, hem de
Sami bir kökenden gelen İbraniler için geçerli olmuştur. Musevilerin
ırkları dışında evlilik yapmaları tabu olduğu gibi, Ariler de benzeri
uygulamaları Hindistan'da yürüterek kast sistemini oluşmuşlardır. En
üstte Ari soyundan Brahminler vardı. Onların diğer kastlerle
evlenmeleri bir tabudu. Hatta, en alt tabakayı oluşturan Sudralar
dokunulmazdı. Bu adet de, Nuh soyundan olmayan kavimlerinin varlığını
ima etmektedir.
Ezoterik açıdan, bedeni esas alan "ırkcılık" tezleri geçersizdir. Çünkü
beden ruhun bir aracıdır. Reenkarnasyon yolu ile ruh farklı ırklara,
kültürlere enkarne olmaktadır ve böylece deneyimleri zenginleşmektedir.
Ancak, makro düzeyde, kitlesel açıdan ruhsal evrime paralel olarak
gelişen ruha daha uyumlu bir araç sağlamak üzere insan bedeninin de bir
evrimden geçirmesi söz konusudur. Bu sebeple Nazilerin zorla, kan
dökerek empoze etmek istedikleri ırksal evrim, aslında doğal ve birazda
planlı ve bilinçli (eugenics) yöntemlerle, ırk ayrımına yer vermeden
ileri ki yılarda gerçekleşecektir.
O halde, bazı kadim öğretilere göre, soyumuzda her türlü karışımdan
geçen biz insanlar, aslında melez bir ırkız, ve hemen hemen her
birimiz, her ırktan olanımız, tarih öncesi unutulmuş göçler sayesinde,
bu sözde "tanrıların" kanını az veya çok taşımaktayız. Ancak, Nuh
peygamberi ile ilgili kayıtlar bu tür bir aşılamayı desteklemekle
birlikte, aynı zamanlarda farklı türden bir mütasyonu da kutsal
kitaplarda ele alındığını görüyoruz.

" O günlerde Nuh gördü ki, dünyanın ekseni eğildi, ve felaket
yaklaşıyordu. O zaman ayaklarını kaldırarak dünyanın ucunda büyük
babasının babası, Enok'un (İdris) bulunduğu yere götürdü. Ve Nuh acılı
bir sesle üç kez haykırdı: Dinle, dinle, dinle, söyle dünyada neler
oluyor? Yeryüzü zorlanıyor ve şiddetli bir şekilde sarsılıyor."
Enok'un Kitabı (64/ 1-3)


Nuh ve Nuhoğulları
Genelde, insan tarihinin 10,000 sene önce biten son buzul çağın
gerilemesiyle başladığı inanılır, tabii burada taş devrinden başlayan
yükselişten söz ediyoruz. Atlantis'in olması gerektiği çağda dünyanın
büyük kısmı buzlarla örtülü olmalıydı. Bu buzlar hemen hemen Kanada'nın
ve Kuzey Avrupa'nın çoğunu kapladığı gibi Güney Amerika'nın bazı
kısımlarını örtüyordu. Demek oluyor ki, dünyanın etrafında ince bir
kuşak uygarlığı barındıracak durumdaydı. Aslında dünyanın şimdiki
durumu bundan iyi olmakla beraber yine de, onun yuvarlak oluşu ideal
iklim açısından güneşi bazı yerleri fazla, bazı yerleri az ısıtmaya ve
aydınlatmaya yol açıyor. Ancak, buzul çağı ile ilgili bilmediğimiz
birçok şey vardır. Buzul çağların neden olduklarını bilim adamları
saptayamamıştır. Bir takın hipotezler ortaya atılmıştır. Güneşte
periyodik olarak ısı gücün azaldığı veya güneş sistemi zaman zaman
soğuk alanlara girdiği ortaya atılmıştır. Ayrıca son buzul çağında
tropik iklimlerin bitki ve hayvan çeşitlerinin bulunması iklim
kuşaklarının yer değiştirdiği tezini güçlendiriyor.
Bilindiği gibi İbranilerin kutsal kitapları arkeoloji ve tarih
açısından genelde oldukça güvenilir kaynaklar oldukları saptanmıştır.
Ancak kronolojik kayıtlar daha eski çağlara indikçe güvenilirliği de
aynı oranda azalmaktadır. Dünyanın Tevrat'ta belirtildiği gibi 6000 yıl
önce yaratılmadığı ve en az dört buçuk milyar yıllık ömrü olduğu artık
herkes tarafından biliniyor. Oysa, 1654 yılında, Ussher adında bir
İrlandalı Başpiskopos, Tevrat'taki verilere dayanarak yaratılışın M.Ö.
4004 yılında, 26 Ekim sabahı, saat dokuzda başladığını iddia etmişti.
Bazı metin ve hadislere dayanarak, dünyanın yaratılış süresi olan 6
günü, her günü 1,000 veya 50,000 yıl ile çarpsak yinede alınan netice
tatminkar değildir. O halde, eski İbrani metinlerinin Kuran'da
belirtildiği gibi tahrifata uğradığı kanısına varmak mümkündür. Oysa,
mecazi açıdan, Kuran'da da belirtildiği gibi, Yaratılışın sürdüğü 6
günün, aslında farklı anlama geldiği, ilerdeki bölümlerde ele
alınacaktır. "Gün" denildiği zaman belirli bir devreyi (bir siklüsü)
tamamlayan bir süre düşünüldüğü ortaya çıkıyor. Kutsal kitaplarda
(Kuran, İncil ve Bhagavad Gita) bu bazen 1000 yıl olarak ifade
edilmektedir ("Tanrının nezrinde bir gün bin yıl gibidir"), 6 gün için
daha farklı yaklaşımlar da söz konusu. Bu konuyu kapsamlı olarak
"Siklüsler" adlı bölümde ele alınacağız.
Aynı şekilde, Atlantoloji açısındanda, Nuh tufanı M.Ö. 2500 veya 3000
değilde, M.Ö. 10.000 civarında olması mümkündür. Bu tarihlerde, büyük
olasılıkla, önce açıkladığımız gibi dev bir asteroid'ın yeryüzü ile
çarpışması, ya dünyanın yörüngesini güneşe daha yakın getirmişti, veya
eksenini değiştirerek yine buzul alanları yaratıp eski buzul alanın
erimesine yol açmıştır. Böylece, kutuplarda yer değişme iklim
değişliklere de yol açması gerekir. Kutuplarda buzların altında bulunan
ormanları, aksi taktirde nasıl açıklarız. İlginçtir ki, gerek Enok'un
kitabında gerek Herodotus' un Mısır rahiplerinden duyduklarında ve nice
eski kayıtta böyle bir eksen değişikliği olduğu açıklanıyor. Mısırlı
rahiplerin Herodotus'a anlattıklarına göre Güneş bir zaman batıdan
doğuyormuş be doğuda batıyormuş ve dünya birkaç kez eksen değiştirmiş.
Çarpışma yerinin büyük olasılıkla Atlas Okyanusunda, belki de Meksika
körfezinde olması okyanusdaki kara parçaları volkanik patlamalar
eşliğinde denizin dibine sürükledi. Amerika kıtasında incelemeler
oranın belirsiz bir geçmişte, büyük bir meteor yağmuruna tutulduğun
göstermiştir. Aynı şekilde Büyük Okyanusta bir zamanlar böyle bir
meteor yağmuruna maruz kalmıştır. Gökten gelen felaketin sonucunda
Atlantis kıtası batmıştı, bazı dağ tepeleri de okyanus ortasında adalar
olarak kalmıştır. Bir taraftan kara parçaları çökerken, başka kara
parçaları yükselmeye başlamıştı, bunların arasında Ant dağları,
Cordilleras dağları, Himalayalar, Pamir dağları ve Kafkas dağlarını
sayabiliriz. Hayvan sürüleri, doğa örtüleri ve insanlar toplu olarak
öldüler. İnsanların uygarlık anıtları yeryüzünden silindi.
O halde, insan tarihin dünya geçmişi açısından bu kadar kısa bir süre
önce başlamasına şaşmamak gerekir. İnsanlar her şeyi yeniden
başlamaları gerekirdi. Bu öykünün doğru olmadığını savunanlar,
Platon'un belirttiği tarihten çok sonra yazı ve uygarlığın geliştiğini
belirtiyorlar. Ancak mevcut arkeolojik bulgulara dayanarak M.Ö. 8-9 bin
yıl önce Konya yakınlarında Çatalhöyük'te gelişmiş şehircilik olduğunu
gösteriyor (10). Yazının nispeten yakın tarihte gelişmesi, onun bir
felaket öncesi uygarlıkta bulunmaması anlamına gelmez. Yaşlı Mısırlı
rahip bilginin yazının unutulması konusunda verdiği açıklamalar bu
konuda yeterlidir. Arkeolojik buluntular, uygarlık gereçlerini, bilim
ve sanatları gittikçe daha geri bir tarihe atıyor.
Binlerce yıl önceki bu felaketten bir kaç insanın kurtuluşu, tarih
boyunca unutulmayan bir öykünün konusu olmuştur. Daha önce
belirttiğimiz gibi, bu öykü dünyanın her tarafında korunmaktaydı.
Şüphesiz, bunun sonucu olarak diğer felaketlerde olduğu gibi, bir çok
hayvanların nesli tükenmişti. Bilimsel bir varsayıma göre, bu devirde
(11 bin sene önce) 40 milyon hayvan aniden öldü.
Nuh peygamberinin bu devirde yaşadığını varsayımına dayanarak onunu bu
felakette hazırlıklı olduğu belirtiliyor. Gemisinde ailesi ile birlikte
hayvan neslinin seçkin çeşitlerini de almış. Büyük olasılıkla, o
devirde bol çeşitleri olan vahşi ve dev cüsseli hayvanlar yerine evcil
hayvanların felaketten kurtulmaları, ve gelecekte insan yararına
nesillerini devam etmeleri öngörülmüştü. Ayrıca, Kutsal metinlerde
açıkca belirtilmediği halde, tarıma elverişli bitkilerin ve meyve
ağaçların filizleri de taşındığını kabul edebiliriz. bu konuda bazı
belirtiler vardır.
Ancak, dünyanın her tarafında yaygın olan tufan mitoslara dayanarak,
öyle sanıyoruz ki, dünyanın çeşitli yerlerinde başka kurtulanlar da
vardı. Onlar, "ikinci Adem" olarak değerlendirilen Nuh'tan farklı
olarak hazırlıklı değillerdi. Kurtulmaları genelde şans eseriydi. Bu
kurtulanlar arasında Ad soyundan olanlar da vardı, dünyanın çeşitli
yerlerinde bulunan "Adem öncesi" ve tanrı soyundan aşılanmamış,
aborijin ırklar da vardı. Bu yüzden Nuhoğulları ve Ad'lar ırklarının
"saflığını" korumak için türlü yöntemler aldılar, ve tarih boyunca
görülen ve çeşitli kutsal kitapta yazılan (aborijin) yerlilerle ilişki
yasağı sürdürüldü. Ancak, bu uygulanma doğal olarak pek başarılı
değildi.
1947 yıllında, Ölü Denize yakın Kumran mağrasında bulunan rulo
yazıtlar, İbrani kutsal edebiyatın en eski örneklerini oluşturuyor.
Bulunan bir yazıta göre Haz. Nuh farklı bir fiziğe sahipti. Öyle ki,
babası Lamek onun kendi oğlu olduğunu karısı Bartenoş'un yemin ve
ısrarlarına rağmen inanmamıştı. Haz. Nuh'un "Bakıcılar, Kutsal Olanlar
veya devler" in soyundan gelmediğini ancak "meleklerden her şeyi
öğrenen" büyükbabası Enok (Haz. İdris)'a danıştıktan sonra inanmıştı
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Atlantis ve Ademoğulları Left_bar_bleue100/100Atlantis ve Ademoğulları Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Atlantis ve Ademoğulları Empty Geri: Atlantis ve Ademoğulları

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:04

Kumran'da bulunan bu yazıtların Haz. İsa'dan yüz sene önce yazıldığı
dikkate alınırsa onların değeri anlaşılır. Her ne kadar Enok'un kitabı
San Augustin tarafından belirtiildği gibi kadimliğinden dolayı
tahrifata uğramışsa da, Kumran yazıtları ile ilginç benzerlikleri
vardır. Orada Haz. Nuh ile ilgili şunları yazılıyor: "Bir süre sonra,
oğlum Mathusala, oğlu Lamek için bir eş aldı. O ondan hamile oldu ve
bir çoçuk doğurdu. O çocuğun etti kar gibi beyaz ve gül gibi
kırmızıydı, saçları yün gibi beyaz ve uzun, gözleri güzeldi. Gözlerini
açtığı zaman evi güneş gibi aydınlat ı... Ve babası Lamek ondan korktu
ve koşarak Mathusala'ya gitti ve şöyle konuştu, Ben başka çocuklara
benzemeyen bir oğul doğurdum. O insan değil gibi, fakat gökyüzü
meleklerinin çocuklarına benziyor. O bizden farklı bir yapıda ve hiç
bir şekilde bize benzemiyor ... Ve şimdi, babam sana gerçeği öğrenmek
için atamız Enok'a gitmeni yalvarırım, çünkü onun yurdu meleklerledir"
(Enok'un kitabı 105/1-6). O halde, eski kayıtlar tufanla silinen eski
dünyadan, Nuh ve soyu yeni bir insan prototipi olarak kurtulduğunu
belirtiyor. Bu soyun eski Kızılderili ademoğulları ve melez dev ırk
yerine beyaz ırk olduğu görülmektedir.
Daha önce belirtimiz gibi, Blavatsky'e göre Atlantisliler dördüncü kök
ırka mensuptu, üçüncü kök ırk'ta Lemuryalılar'dı (Mulular), her bir ırk
bir felaketle yok olduğu gibi, kurtulanlar, bir sonraki ırkın atalarını
oluşturup yeni bir ırk oluşturmuşlar. Bizim de beşinci kök ırktan
olduğumuz söylenir ve altıncı kök ırk oluşmaktadır.
Tevrat'ta göre, Nuh'un gemisi Ararat dağında demirlendi. Her ne kadar
bu bize olasılık dışı gibi gelse, jeolojik kanıtlar o bölgenin bir
zaman su altında olduğunu gösteriyor. Civarda bol miktarda deniz
fosilleri ve tuz kristalleri vardır. Van göllünün tuzlu olduğu ve deniz
balıkları bulunduğu bilinir. Bunun dışında Ararat'ın tepesinde doğru
veya yanlış gemi kalıntıları bulunduğu söylenir. Zaman zaman, bu
parçalar incelenmek üzere indirilmişti (12). Bu konuda ilginç iddialar
var, çeşitli belgeler ve fotoğrafları içeren kitaplar yazıldı. Keşif
heyetlerinin araştırmaları düzenlendi.
Bu iddiaların gerçek olup olmadığını bilmiyoruz, ancak kutsal
kitaplardaki her öykünün arkasında bir gerçek payı vardır. Nuh'un üç
oğlu Yafes, Ham ve Sam'dan bütün ırkların türediği inanılır. Yafes'ten
“beyaz” ırk, Sam'den Araplar ve İbraniler dahil olmak üzere Sami ırkı,
ve Ham'dan Kuzey Afrikalılar türediği yazılır. Tevrat'ta bu üç oğlun
soylarını ayrıntılı olarak açıklıyor. Bu soy isimleri aslında bir çoğu
Anadolu'da olmak üzere bir çok kavim ve halkların isimlerinden başka
bir şey değildir.
Bu konuda birinci asırda yazılan Flavius Josephus'un İbraniler tarihi
ayrıntılı bilgi veriyor (13). Josephus bu konuda şöyle yazıyor, "Nuh'un
oğulları üçtü, tufandan yüz sene önce doğan Sam, Yafes ve Ham,
[Tufan'dan sonra] dağlardan vadilere ilk inip ev kuranlardandı. Tufanı
anımsayarak alçak arazilere inmekten büyük korku duyanları da ikna
ederek önderlik yaptılar (1-4-1)". Onlar biliyorlardı ki yaşlı Mısırlı
rahibin belirttiği gibi bir tufan olduğu zaman, dağlarda yaşayanlar
kurtulur ve vadi ve ovalarda yaşayanlar silinirdi. İlginçtir ki,
Orta-Amerika kızılderilileri, gelen ilk beyaz adamlara, piramitlerin
tufandan korunmak, yükseklere tırmanmak maksadıyla yapıldığını
söylemişlerdi.
Josephus'un tarihi, Tekvin'deki verilere dayanarak Nuhoğulları için
şöyle yazıyor: "Nuh'un torunları anısına kurdukları devletlere kendi
isimlerini verilmiştir. Yafes'in yedi oğullu vardı, onlar ilk başlarda
Toros ve Amanus (Klikya) dağlarında yerleştiler, sonra Asya'ya doğru
Tanais nehrine kadar, ve bir kolu Avrupa'da Kadiz [İspanyada
Cebelültarık'ın ağızında ve Atlas Okyanus kıyısında bir şehir]'a kadar
yol aldı ve daha önce başkaları bulunmayan ülkelerde yerleşerek, kendi
adlarını verdiler. Yafes'in oğlu Gomer Grekler'in Galata [Ankara
çevresinde bir Kelt Devleti, ayrıca Fransa'da aynı halk Gal'ler]
dedikleri fakat o zamanlar onlar Gomerliler olarak bilinirdi. Magog,
Magogitleri kurdu, onlara Grekler İskitler derlerdi. Yavan ve Madai'a
gelince, Madai'dan Madianlar geldi. Onlara'da Grekler Medes [İranlı bir
kavim] derlerdi. Oysa, Yavan'dan İyonyalılar ve bütün Yunanlılar
gelmiştir. Thobel, Thobelitleri kurdu, onlardan da bütün İberler gelir.
Mosocheniler Mosoch tarafından kuruldu onlara şimdi Kapadokyalılar
(Göreme, Nevşehir) denilir. Halen onlarda eski adlarını gösteren Mazaca
(Kayseri) şehri vardır. Anlayana bu gösterir ki, bütün devlet bir zaman
o ismi taşırdı. Thiras aynı zamanda hükmettiği halklara Thiraslılar
derdi, ancak Grekler onların adlarını Trakyalılar olarak değiştirdiler.
Yafes'in soyundan ilk yerlileri olan devletleri adedi çoktur. Gomer'in
üç oğlundan Aschanax, Aschanakslılar gelmişdir, artık onlara Grekler
tarafından Rhegin [Güney İtlaya'da]'ler denilir. Aynı şekilde
Riphath'da Riphalılar Paphlagonlar [Anadolu'da Karadeniz kıyısında
yaşayan bir topluluk] ismi türedi. Grekler'in Frigler (Batı Anadolu'da
bir devlet) dedikleri Thrugramma'dan türeyen Thrugrammalılar'dı.
Yavan'ın üç oğullundan Elissa, Eliselilere adını verdi, onlara şimdi
Aioller (Batı Anadulu'da) denir. Tharslar'dan Tarsus ismi alındı, ki bu
Klikya'nın eski adıydı. Bunun belirtisi şöyledir, onların en kayde
değer şehirlerin ismi Tarsus'dur bu adda theta yerine Tau harfini
değiştirmek suretiyle elde edilmiştir. Cethimus, Cethima adasını
almıştır, ona şimdi Kıbrıs denilir. Bu nedenle İbraniler adalara ve
deniz kıyılara Cethima derler. Kıbrıs'ta bir şehir eski adını belirtisi
korumuştur, o da Grekler tarafından Citius denilir, fakat yerliler
tarafından Cithim denilir..."
"Ham'ın çoçukları Suriye, Amanus ve Libanus dağlarına kadar
yayıldılar... Chus'tan Habeşliler geldi. Halen'de günümüzde onlara
kendileri ve başkaları tarafından Kuşit'ler denilir. Mestre ismi halen
Mısır'da oturanlara Mestre'liler olarak korunmuştur. Phut Libya'nın ilk
yerlisiydi... Grek coğrafya'cılar oradaki nehrin ve yerin ismi Phut'tan
değiştiğini kaydetmişlerdir. Şimdeki ismini Mesraim'in oğullarından
biri olan Lybyos'tan almıştır... Sabas, Sabileri kurmuştur..."
"Sam, Nuhu'un üçüncü oğullunun beş oğullu olmuştur. Onlar Fırat
nehrinden Hint Okyanusa kadar olan bölge'de yerleştiler. Elam
Pers'lerin (İran) atası olan Elamlıları kurdu. Ashur Nineve şehrinde
oturdu ve halkına Assuriler dedi...Arphaxad, şimdi Keldani'ler denilen
Arphaksadlılar'ı kurdu. Aram, şimde Suriyeliler fakat önceden Aramiler
denilen topluluğu kurdu. Laud, şimdi Lidyalılar (Batı Anadolu'da) fakat
önce'den Lauditler olarak bilinen devleti kurdu. Aram'ın dört oğulundan
Uz Teachonitis ve Şam’ı kurdu...Uz Ermenistan'ı kurdu... (1-6)".
Josephus bundan sonra Arphaxad'ın soy kütüğün inceleyerek Haz.
İbrahim'e kadar getiriyor. Bilindiği gibi kutsal kitaplara göre, Haz.
İbrahim'in bir oğullundan İbraniler, diğer oğulundan Araplar türemişti.
Kayıtlara göre, Atlantisliler Nuh yönetiminde bir dağa yerleştiler. Bu
dağ Tekvin'e göre Ararat dağı, Kuran ve Suryani Tekvin'ine göre Cudi
dağı ve diğer tradisyonlarda farklı dağlardı. Unutmamak gerekir ki olay
çok eskidir ve kulaktan ağza geçerken ve yazıtlar kopyalanırken
insanlar sürekli bildiği ve onlara yakın olan yerlerin isimlerini
yerleştirmeye yönelirlerdi. Atlantis felaketinden diğer kurtulanlar
dağlık bölgelerde yerleştiler. Kafkas dağları, Pireneler ve Atlas
dağlar onların odaklandığı yerler olduğu kanısındayız. Burada yerleşmiş
olan Kafkasyalılar, Basklar ve Berberler aynı soydan geldiği
anlaşılıyor.
Ararat dağına yakın olan Kafkas dağları büyük göçlerin başladığı bir
yerdir. "Beyaz" ırka Batıda kokazik (kafkasyalı) denilmesi oldukça
anlamlıdır. Ömer Büyükata'nın değerli çalışmaları (14) bu konuyu
ayrıntılı bir şekilde aydınlatıyor. Ona göre Apas kelimesi ve Yafes
(Japhet) ile aynıdır, hatta Bask ve Pelask aynı kelimenin zamanla
değişmeye uğramasından kaynaklanıyor. Toponymy (bölge ve yer
isimleri)'e dayanarak Büyükata bu göç yerleri belirtiyor. Pelasklar,
Akdenizin Grek öncesi yerlileri idi ve Yunan kültürünü büyük çapta
etkilemişlerdi. Dünyanın en kadim dillerinden birine sahip olan
Basklar, Atlas dağlarında yaşayan Berberler ile akrabalıkları vardır.
Cohane'e göre Berber, İber kelimesinden kaynaklanıyor(İber-İber). Aynı
şekilde, Britanya (İnglitere) ve Breton (Batı Fransa) aynı kelime
kökenindendir(Britler), ve çok eski çağlarda megalit (büyük taş)
inşatlar yapan gelişmiş bir İberik akımın kalıntıları İnglitere, Batı
Fransa, İrlanda gibi Atlas Okyanus sahili ülkelerde görmek mümkündür
(15). Son bulgulara göre bunların sanıldığından daha eski oldukları
ortaya çıkmıştır.
Sekiz senelik bir araştırma sonucu kitabını yazan Cohane, toponomi'e
dayanarak dünyayı saran bir kadim kültür kalıntısı konusunda ilginç
neticelere varmıştır. Birbirinden yakın neticelerine varan Büyükata ve
Cohane'nin çalışmaları şaşılacak benzerlikler arz ediyor. Ancak, ne
yazık ki Batı edebiyatı, Kafkasya konusunu ihmal etmektedir. Roma
çağında Kafkasya İmparatorluğa bağlı bir eyaletti, adıda aynı
İspanya'nın antik adı gibi "İberia"dı. Kafkasyalıların eski adı
Adigeler'di. Başka bir değişle, Ad'lardı.
Atlas Okyanusun sahilinde yerleşmiş olan Baskların dilleri
Orta-Amerika'da Maya diline çok yakın bir benzerliği vardır. Bask
efsanelerine göre ataları mağaralarda saklanarak felaketten
kurtulmuşlar. Baskların eski bir adeti Kızılderili uygarlıklarındaki
gibi 20'lerle saymaktı. Bu adet halen Fransızların 80 rakamı 4 adet 20
ile dille getirmeleri şeklinde kalmıştır. Baskların "jai alai"
ismindeki top oyunları Mayaların "pok-a-tok" oyunlarına benzer. Kan
grupları da diğer Avrupalılardan farklıdır (rh negatif ve AB ve O grubu
ağırlıklıdır).
Baskların M.Ö. 10,000 sene Avrupa'yı batıdan istila eden
Kro-Magnonların bir kalıntısı oldukları inanılır. Kro-Magnonların beyin
kapasiteleri (1600cc) bugünkü insanlardan (1400cc) daha büyüktü. Bu
günkü insanlardan daha iri ve boyludular (182-195 cm.) (16). Bu
insanların belki en son türleri Kanarya adalarında bir zamanlar yaşayan
Guançlardı, soylarını İspanyollar tamamen tüketildi. Guançlarda
ölülerini mumyalama gibi birçok kadim gelenekleri mevcuttu ve değik
fiziksel özelliklere sahip oldukları söylenir. Aynı şekilde Peru ve
Paskalya adalarında yaşayan "Uru" lar yakın zamanda yerliler tarafından
tamamen öldürüldü. Bu ada halkları günümüzün insanlarına göre iri ve
boyludular.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Atlantis ve Ademoğulları Left_bar_bleue100/100Atlantis ve Ademoğulları Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Atlantis ve Ademoğulları Empty Geri: Atlantis ve Ademoğulları

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:04

Atlas Okyanusun Batı sahilleri şu anda Keltler adında sonradan gelme
halklarla çevrilidir. Bunlar İskoçyalılar, İrlandalılar, Galler,
Cornwallılar ve Bretonlardır. Konuştukları diller Kafkas dillerine
benzerlik gösterir. Onların binlerce sene evvel Kafkasya'dan göç
ettiklerine dair efsaneleri vardır. Atlas Okyanusuna geldikleri zaman
kendilerine benzeyen İberlerle hemen kaynaşmışlardı. Keltlerin izlerini
Anadolu'da da bulmak mümkündür, bir zamanlar Ankara yakınlarında bir
Galata devleti vardı (17). İskoçların çaldığı tulumun (bagpipes) ve
Bretonlar'ın çaldığı biniou'a benzeri müzik aleti, Basklar'da ve
Karadeniz sahilinde Kafkas soyundan olan Laz'larda tulum halen çalınır.
Amerika kıtasından gelen tarım ürünler çoktur. Yüzlerce bitki arasında
patates, domates, çilek, salatalık gibi ürünler beyaz adam gelmeden
evvel Amerika'da, çoğu And dağlarında yetişiyordu. Soframıza kurduğumuz
sebze ürünlerin yarısı Amerika'ların keşfine borçluyuz. Gerçekten
Amerikan uygarlıkların sofraları gelen İspanyollara nispeten daha
zengin olduğu saptanmıştır. Bu ürünlerin birçoğunun vahşi çeşitlerin
bulunmaması onların çok kadim çağlardan yetiştirilip geliştirdiğini
gösterir. Avustralya gibi Atlantis İmparatorluğun ağından uzak olan
ülkelerde tarımsal ürünlerin yoksunluğu Darwin'in de dikkatini çekmişti.
Donnelly'e göre bu ürünlerin kaynağı Atlantis'ti ve o, bu ürünlerin
gelişmesi gerektiği on binlerce yıllık evrimin orada gerçekleştiği
kanısında. Yeni dünyayı bir kenara bırakıp eski dünyada tarım ürünlerin
yayıldığı başka bir bölgede de görüyoruz. Edmond de Molin'i aktaran
Ömer Büyükata, "Gerçekten; meyve ağaçları, dünyanın bu mümtaz derecede
çeşitli meyve türlerine rastlanılmaz ... Sicilya' dan daha mutlu olan
Kolkhide (Batı Kafkasya) eski bolluğundan bugün hiçbir şey
kaybetmemiştir ... Burada en çok göze çarpan şey meyve ağaçları arazisi
olmasıdır. Hatta Kandül ve başka bitki bilginlerine göre Kolkhide,
meyve ağaçların anavatanıdır. Onların kanılarına göre elma, armut,
erik, kiraz, dut, kiraz badem ağaçları, frenküzümü, bağ, turp ve birçok
sebze çeşitleri hep buradan, bu vadilerden etrafa yayılmış bulunduğu
gibi, bu ürünler en ilkel ve en çok kendi kendine yetişir bir halde
yalnız burada bulunurlar..."(18). Bir varsayıma göre tufandan kurtulan
bir gemi, insanoğullunun evcilleştirdiği hayvanları ve tarım için
elverişli bitki ve ağaç türlerini bu bölgeye yakın bir yere taşıdı, bu
gemiye Nuh'un gemisi denilirdi.
Türkçe'nin kızılderili dillerle benzerlikleri bilinir, bu konuda bazı
araştırmalar vardır. Atlantoloji ve Mu konusu işleyenler arasında ile
ilgili özellikle Haluk Cemil Tanju'nun "Orta-Asya Göçlerinde
Turunçderililer" (19) ve Kazım Mirşan'ın anlaşılması zor "Akınış
Mekaniği, Altı Yarıq Tiğin" (20) kitapları ilginçtir. Ayrıca Dr. Hamit
Zübeyir Koşay birkaç yıl Basklar arasında bulunduktan sonra Türkçe ve
Baskça arasında bir bağ kurmuştur (21). Diller kısa sürelerde büyük
değişikliklere uğradığı için binlerce sene evvelki durumu için bir şey
söylemek zor.
Norveç'li Thor Heyerdahl yaptığı araştırmalarında haklı bir ün
kazanmıştır. "Kon-Tiki" (22), "Aku Aku" ve "Polenesya'ya Deniz Yolları"
adlı eserlerinde anlatılan, Peru'dan Paskalya adalarına ilkel bir deniz
salında yaptığı yolculukta, eskiden böyle bir yolculuğun olasılığını
kanıtlamıştı. Onun gerek arkeolojik, dilbilimi ve mitolojik
araştırmaları eski çağlarda beyaz adam anlamına gelen "Urukehu" adında
bir halkın Peru uygarlığını yaratıklarını, ancak melezler ve oranın
yerlileri tarafından kovulduktan veya bilinmeyen bir sebepten dolayı
göç ettiklerinde, Paskalya adalarına yerleştiklerini belirtmişti.
Urukehular sonradan Paskalya ve Hawaii adalarında aynı akibete
uğradıktan sonra nesli yok olmuştu. Yeni Zelanda da aynı şekilde
Urewera ülkesinin dağlarında bir zamanlar Turehu adında beyaz bir ırk
varmış. Bu ırklar And dağlarında Titicaca gölü civarında yaşayan ve
muhtemelen Uruguay'a ismini veren "Uru"larla aynı oldukları inanılyor.
Heyerdahl'a göre Urukehuların boyları iki metre civarlarında olup,
genelde kızıl saçlı ve bazen sarışındılar. Gerek Peru'da gerek de
Paskalya adasında yapılan mezar kazıları bu tezleri doğrulayan cesetler
bulundu. Ayrıca Paskalya adasındaki dev heykellerin kafa üstleri
kırmızıya boyanıyordu. Paskalaya adalarında on yedinci asırda çıkan bir
ayaklanmada yerliler "uzun kulaklılar" denilen bu halkı yok ettiler.
Kurtulan tek bir "uzun kulaklı" soyunu sürdü, ve Thor Hyderdahl
bazıları kızıl saçlı olan ve önceden Avrupalı sandığı torunları ile
geçirdiği ilginç anıları kitaplarında aktarmıştır. Bu kavimin adı
kulaklarını uzatmak için uyguladıkları bir deformasyon yönteminden
ileri geliyordu ve uzun kulak kültü, Uzak Doğu'da, özellikle
Kamboçya'daki esrarengiz Anghor medeniyetine Buda heykellerinde
görülmektedir. Paskalya adalarında bulunan yazıt örneklerindeki harf
karakterleri Sümer yazıtları ile hemen hemen aynı oldukları
gözetilmiştir. Bu çok ilginç bir olaydır, arkeologlar her zaman ki gibi
açıklayamadıkları olaylar karşısında sessizliklerini korumaktadırlar.
Ergenekon efsanesine göre ilk Türkler demirciydi. Sarp dağlarla çevrili
bir arazide bulunuyorlardı. Dağları eriterek ve delerek bu doğal
hapisten kurtulmuşlardı, ki bu yüksek bir teknoloji anımsatıyor. Çin
kayıtlarına göre eski Göktürkler (Tükmenler) genelde kızıl kestane
saçlı ve bazen sarışındı, gözleri yeşil veya maviydi. İran'daki
Türkmenlerde de aynı şey söz konusu. Kullandıkları runik görünüşlü
alfabe de düşündürücüdür. Yine de, bu konuda demode ve şoven ırkçı
tezleri yeniden hortlatmak amacınca değiliz, bu görüşlerimize tamamen
ters düşer. Diğer topluluklar gibi Türkler çok karışmıştır, özellikle
Anadolu ve Trakya Türkleri. Günümüzün insanı her yerde melezdir, ancak
kadim çağlarda insanlar bu denli karışmamışlardı.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Atlantis ve Ademoğulları Left_bar_bleue100/100Atlantis ve Ademoğulları Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Atlantis ve Ademoğulları Empty Geri: Atlantis ve Ademoğulları

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:05

Türk adının kökeni Urukehu veya Turehularla bir olabilir mi? James
Bailey'nin araştırmalarına göre dünyanın muhtelif yerlerinde demir
mağaraları bulunur. Karbon 14 testlere göre Güney Afrika'da bir mağara
M.Ö. 41.250 senesinde işleniyordu. Bailey'e göre binlerce yıl önce Tunç
çağı denizci madencilik firmaları dünya'nın çeşitli yerlerinde demir ve
başka madenler için kazı yapıyorlardı ve mağara duvarlarında
"şirketlerinin logolarını" bırakıyorlardı. Bunların arasında gamalı haç
(svastika), haç, güneş sembolü, çifte balta, helezon ve paralel iki
dalga en yaygın olanlar arasındaydı. Türklerin ilk ataları Ural-Altay
dağlarında kadim ve kayıp uygarlığın madencilik kolonisi olabilir mi?
Felaket geldiğinde ondan kurtulanlar arasında olup, yeni yurtları Orta
Asya'da yayılmış olabilirler mi? Yoksa, Yafes oğullarının bir kolları
mı idiler? Tanrıçaları "Turan" olan ve Troya'dan (Truva, Tür-va ?)
Etrurya'ya (İtlaya/Tyrhenia) göç ettikleri söylenen ve şehirleri Tarkon
tarafından kurulan Etrüskler (E-türk ?) ve ile bir bağlantıları var
mıydı?
Bir denizci halkı olan Etrüsklerin Anadolu’dan geldiklerini ve
Lidya'dan giden bir koloni oldukları Herodotus tarafından kaydedildiği
halde, günümüzde bu ihtiyatla karşılanır. Her ne kadar Lidyalıların
baştanrıları Tarku adına taşıyorsa, Halikarnaslı Diyonysos iki toplumun
arasındaki farkları işaret etmişti. Heykel ve resimlerindeki çekik
gözlü moğul-kokazoid figürler, at, şavaş ve güreş motifleri bir Türk
köken tezine yol açmıştı, ancak bunu kanıtlayacak ciddi delil olmadığı
gibi, dilleri de henüz çözülememiştir. Ayrıca Türklerin kökeni en az
Etrüsklerin kökeni kadar çözülmemiştir. Elli yıl önceye kadar, Batı'da
Türklere belirli bir hüviyet tanınırken ve Sümeroloji ile ilgili
kitapların çoğunda Sümerlerin Turan asıllı olduğunu yazarken, günümüzde
Türklerin adeta kökleri olmadığı yolundaki görüşler yaygındır. Ancak,
bundan alınmamak gerekir, çünkü varsayımcılığa karşı olan bu akım,
diğer toplumları da aynı işleme tabi tutuyor.
Bir iddiaya göre Lidyalıların bir kolu İtalyaya giderken, diğer bir
kolu Klikya'ya (Güney Doğu Anadolu) giderek Toroslara ve Tarsus şehrine
adlarını vermişler, onlara Trakheiotlar denilirdi ve adları
Trakyalılara benzerlik arz eder. Diğer bir kolu da İspanya'ya giderek
Tartessus (Eski Ahit'te Tarşiş) ismini vermiş, ancak Tartessus'un çok
eski olduğu, kökenleri taş devrine uzandığı anlaşılıyor.
Her ne kadar İtalya'da Turin ve Torino gibi bir sürü ilginç şehir isimi
varsa ve Roma ve Romulus efsanesi, Asena efsanesine şaşılacak
benzerliği varsa. Tabii ki, şüpheli bir yöntem olan toponymy'e (yer
isimleri) dayanarak ve şoven duygulara kapılarak böyle bir sonuca
varmak, bu konuda spekülatif bir varsayımı ileri sürmekten öteye
gitmez. Daha somut sonuçlara varmak uzmanların işidir. Ama bazı ilginç
bağlantılara işaret etmekten kendimizi alıkoyamıyoruz.
Örneğin, İsviçre'de Zurih kentinin eski adı Turikon idi ve civarında
ona benzer yer adları da varmış. Donelly şöyle yazıyor "Strabo (M.Ö. 63
- M.S. 21) Turduli ve Turdetaniler konusunda şöyle diyor "Bütün İberler
arasında en bilgili bunlardır; onlar yazı sanatı kullanıyorlar; eski
tarih anılarını kaydeden kitapları var, ayrıca altı bin senelik bir
geçmişleri olduğunu iddia ettikleri şiir ve şiir olarak yazılmış
kanunları var". Ayrıca, eski Mısır kayıtlarına göre, Anadolu sahil
halkları denizciydi ve korsanlık yaparlardı. Onlara Tukrianlar
denilirdi. Altı topluluğun birliğinden oluşmuş bu halklar Ramses III
ile savaşmışlardı ve aralarında Tokhariler ve Thekerler de vardı.
Onlarla Lübnan'ın kadim ve esrarengiz şehri Tyre ile bağlantı kuranlar
var. Gerek Tyre, gerekse de Tartessus denizcilerin barındığı liman
şehirleriydi.
Sahara Çölünde yaşayan Tuaregler de Atlantis ile bağlantıları olduğu
varsayılmıştır. Peter Kolosimo "Timeless Earth" kitabında şöyle yazıyor
"Comte de Charencey (1832-1916) `Histoire légendaire de la
Nouvelle-Espagne'adlı kitabında "Berber, Tamaçek (Tuareglerin dili),
Euzkara (Baskların dili) ve kadim Gal dilinde bazı sözler kesinlikle
Kuzey ve Güney Amerikadaki Kızılderili dillerine akrabalığı vardır"
(23). Vahşi çöl hayatına dönüşmüş, kendine özgü katı kuralları olan ve
pek konuşmayan Tuargeler'in çok eski Finike kökenli yazıları ve
alfabeleri vardır. Erkeklerin yüzlerini örttüğü ve asillerin daima mavi
giydikleri bu toplum, bir zamanlar çölün hakimleriydi. Bir zamanlar
Sahara Çölünde büyük bir göl vardı, Libya'da çok eski, esrarengiz şehir
kalıntılarının duvar resimleri o zamanın zengin bitki örtüsüne ve
hayvan çeşitlerine şahittir.
Tevrat'ta göre Kral Nemrud, Babil kulesini inşa etmesinden önce
insanlar tek bir dil konuşurmuş ancak onun yıkımı ile birden herkes
farklı bir dilde konuşmaya başlamış ve birbirini anlamamaya
başlamıştır. Batıda konuşulan diller genelde üç büyük gruba ayrılır:
Hint-Avrupalı diller grubu, Sami diller grubu ve Ural-Altay /
Finno-Ugarik, Turan diller grubu. Bazı dil bilimciler (diffusionist)
bütün dillerin ortak bir dilden geldiği kanısındalar, ancak bu tez
halen tartışmalı olmakla beraber pek rağbet görmez.

Kaynakça
(1) Muhyiddin-i Arabi'nin Fütuhat'ı Mekkiye adında eseri Türkçe'ye
çevrilmedi. Selahaddin Alpay'ın bu isimde 430 sayfalık eseri, yazarın
belirttiği gibi, aslında bir kısaltmadır. Bu eseri aslı onun gibi
birkaç cilt tutar. Verdiğimiz bu metin Fusuus'l-Hikem
(İbnu'l-Arabi'nin) Tercüme ve Şerhi, Ahmed Avni Konuk, Cilt I, sayfa
159-160, (Dergah Yayınları, İstanbul,1987) bulunmaktadır ve sadeleşmiş
bir Türkçe ile aktarılmıştır.
(2) Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, İsmet Zeki Eyuboğlu, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1988
(3) The Secret Doctrine, H.P. Blavatsky, Theosophical University Press, 1888, 1963 (II. cilt, s. 452)
(4) The God-Kings and the Titans, James Bailey, St.Martin's Press, New York, 1973
(5) The Aztecs, Nigel Davies, Abacus, London, 1973, 1977
(6) Peygamberler Tarihi, M. Asım Köksal, Türkiye Diyanet Vakfı ayınları, Ankara 1990
(7) Atlantis'in Esrarı, Charles Berlitz, çev. Belkıs Çorakçı, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1976
(Cool The Lost Books of the Bible and the Forgotten Books of Eden, A & B Publishing Group, Brooklyn, New York, tarihsiz.
(9) The Book of Enoch, The Prophet, çev. Richard Laurence, Wizards Bookshelf, San Diego, 1883, 1983
(10) Anadolu'nun Öyküsü, İskender Ohri, Millliyet Yayınları, İstanbul, 1983
(11) The Dead Sea Scrolls in English, G. Vermes, Penguin, Middle***, 1962, (s. 215)
(12) In Search of Noah's Ark, Balsiger and Seller, 1976, Sun Classic, Los Angeles, 1976
(13) The Atiquities of the Jews, The Wars of the Jews, Flavius Josephus, William Clowers and Sons, London
(14) Aphaz Mitolojisi Anaç mı? B. Ömer Büyükata, Sabri Ander, İstanbul,
1971, Kafkas Kaynaklarına Göre İlk Yaratılışlar-İlk İnsanlık-Kafkas
Gerçekleri, B. Ömer Büyükata, Yarış Matbaası, İstanbul, Cilt I 1985,
Cilt II 1986
(15) The Key, John Philip Gohane, Fontana, Glasgow, 1969, 1975
(16) Atlantis, from Legend to Discovery, Andrew Tomas, Sphere, London, 1972, 1974
(17) Galat'lar, Fernand Lequenne, çev. Suzan Albek, TTKB, Ankara, 1979
(18) Abaz Mitoloji Anaç Mı? (12) [s. 38-39)
(19) Orta-Asya Göçlerinde Turunçderililer, Haluk Cemil Tanju, İstanbul Matbaacılık
(20) Akınış Mekaniği, Altı Yarıq Tiğin, Kazım Mirşan, MMB Yayını, Ankara, 1978
(21) Makaleler ve İncelemeler, Dr. Phil Hamit Zübeyir Koşay, Ayyıldlz Matbaası, Ankara, 1974
(22) The Kon Tiki Expedition, Thor Heyerdahl, çev. F.H. Lyon, George
Allen and Unwin Ltd., London, 1950, Aku Aku, Thor Heyerdahl, George
Allen and Unwin Ltd., London, 1958, American Indians in the Pacific,
Thor Heyerdahl, George Allen and Unwin Ltd., London 1952, Sea Routes to
Polynesia, Thor Heyerdahl, George Allen and Unwin Ltd., London, 1968.
(23) Timeless Earth, Peter Kolosimo, Garnstone Press, London, 1973
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Atlantis ve Ademoğulları Left_bar_bleue100/100Atlantis ve Ademoğulları Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz