Bidly
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Türk Tarihi

1 sayfadaki 2 sayfası 1, 2  Sonraki

Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:26

1 HUNLAR
Türk Tarihi Buyukhun
Türkler'in ilk kurdukları imparatorluk Hun İmparatorluğu'dur.
Türkler'in daha eskiden de devletler kurduklarını biliyoruz, ama Hun
Devleti çok geniş bir saha üzerinde başka milletleri de idaresi altına
alan büyük bir devlet olduğu için, ona imparatorluk adını veriyoruz.

Hun İmparatorluğu Hun Türkleri tarafından M.Ö. 220 yılında kuruldu.
Hunlar bugünkü Moğolistan bölgesinde, yâni Çin'in kuzey-batısında
yaşıyorlardı. Bu bölgede hâkimiyet kurdukları ve genişlemeye
başladıkları için Çinliler onları büyük bir tehlike sayıyorlardı.
Gerçekten Hunlar, askerlikteki üstünlükleri sayesinde Çin ordularını
devamlı bozguna uğratıyorlardı. Bu yüzden Çin Devleti, Hun
saldırılarını önleyebilmek için Hun-Çin sınırı boyunca büyük bir duvar
örmeye başladı. Çin Şeddi veya Büyük Çin Duvarı denen savunma hattı
işte böyle ortaya çıkmıştır (M.Ö. 214). Sonraları Ming Hanedanı
zamanında yenilenen bu büyük duvarın bâzı kısımları çok sağlam bir
şekilde günümüze kadar ayakta kalmıştır.

İlk büyük Hun hükümdarı Teoman Yabgu'dur (M.Ö- 220). O zamanlarda Türk
hükümdarlarına "Yabgu" deniyordu. Teoman Yabgu birbirinden ayrı yaşayan
Türk boylarını birleştirerek ilk Türk birliğini gerçekleştirmişti. Bu
çağda Türkler'in askerî üstünlüklerinde süvarilerin pek önemli bir yeri
vardı. Çinliler atla çekilen savaş arabaları kullanıyorlardı, ama
süvârî orduları yoktu. Türk atlıları çok sür'atli hareket kaabiliyetine
sahip oldukları için Çin birliklerini istedikleri yerde çeviriyorlar,
düşman olunca da çabucak çekiliyorlardı. Onlara ummadıkları anda
birdenbire hücum ediyorlardı. Çinliler bu yüzden ordularını Hunlar gibi
donatmak zorunda kaldılar; askerlerini Hunlar gibi giydirdiler. Ama ne
Çin Duvarı, ne Çin orduları, Hunlar'ın Çin içlerine kadar girmelerini
engelleyebildi.

Teoman Yabgu'dan sonra Hun tahtına oğlu Mete Yabgu geçti. Mete
zamanında Hun İmparatorluğu'nun toprakları Japon Denizi'nden Hazar
Denizi'ne kadar uzanıyordu. Bu topraklarda çeşitli Türk kavimlerinin
yanısıra öbür Altaylı kavimler de yaşıyorlardı. Mete devri, Hun
İmparatorluğu'nun en parlak devridir (M.Ö. 209-174).

Hunlar zamanında Çinliler medeniyet bakımından çok ileri bir
durumdaydılar. Hem nüfusları ve orduları çok kalabalık, hem
medeniyetleri parlak olduğu hâlde Hunlar'la başa çıkamadılar. Bu da
gösteriyor ki, Hun başarısının sebebi yalnızca askerî güç değildi.
Gerçekten Hunlar teşkilâtçılık ve idare bakımından çok gelişmişlerdi. O
sırada Çin'in ayrı ayrı prenslikler hâlinde bulunmasından da
faydalanarak, Kuzey Çin'de sık sık iktidarı ele alıyorlardı. Fakat
Çinliler'in şehir hayâtına kapılan sınır boyu Türkleri yavaş yavaş
Çinlileşiyor. Çinli prenseslerle evlenen Hun hükümdarlarının
saraylarında Çin âdet ve gelenekleri yerleşiyordu.

Mete'den sonra gelen Yabgular zamanında Çinliler'le ilişkiler arttı.
Özellikle evlenme yoluyla Türk ve Çin hükümdar âileleri arasında
yakınlıklar doğdu. Bu yakınlıklar ise Hunlar'ın iç işleri bakımından
birçok karışıklıklara yol açtı. Yine de Hun İmparatorluğu Milâttan Önce
Birinci Yüzyıl'a kadar üstünlüğünü devam ettirdi. Bu yüzyılda ise Türk
beyleri arasında taht kavgaları artabildiğine arttı. Çinliler de bu
kavgalardan faydalanarak, Türkler'i zayıflatmayı bildiler. Ancak
Çinliler'in Hohan-Şu dedikleri Yabgu'nun 27 yıllık imparatorluğu
zamanında ve Çiçi Yabgu devrinde devlet eski gücünü biraz olsun
toparlayabildi.

Milâttan sonraki ilk yüzyılda Hun İmparatorluğu Doğu ve Batı Hunları
olmak üzere iki ayrı devlete bölündüler. Bunlara Güney ve Kuzey Hunları
da denir. Milattan sonra üçüncü yüzyılın başlarında (220) başka bir
Türk kavmi olan Siyenpi'ler Hunlar'la iktidar mücadelesine giriştiler.
Sonunda Moğollar'ın ve bazı Türk boylarının da yardımıyla Hunlar'ın
hâkimiyetine son verdiler. Büyük Hun İmparatorluğu târihte bilinen eski
imparatorlukların en büyüğü idi. Hun hükümdarlarından Mete, Hohanşu ve
Cici Yabgular, dahî denecek kadar büyük birer kumandan ve devlet adamı
idiler. Bu büyük şahsiyetler hakkında Çin târihlerinde verilen
bilgiler, en büyük düşmanlarının bile onlara hayran kaldıklarını
gösterir.



Mete Kağan ve Oğuz Destanı

Mete, Teoman Yabgu'nun oğlu ve veliahdi (kendisinden sonra hükümdar
olacak kimse) idi. Ama Teoman Yabgu'nun başka bir eğinden de bir oğlu
olmuştu ve bu kadın Teoman'dan sonra Mete yerine kendi oğlunun hükümdar
olmasını istiyordu. Sonunda Teoman'ı kandırdı. Ama Mete Buna razı
olmadı ve derhâl bir ordu toplayarak Hun tahtını ele geçirmek üzere
yola çıktı. Böylece Türk târihinde ilk defa bu şehzade (prens), devlet
uğruna babasıyla taht kavgasına girişiyordu. Osmanlı İmparatorluğu
zamanında da ilk defa Birinci Murâd'ın oğullarından Savcı (Yıldırım
Bâyezîd'in ağabeyisi) babasına karşı çıktı; sonra İkinci Bâyezîd'in
oğlu Selim (Yavuz) babasıyla taht kavgasına girdi. Kanûnî'nin çok
sevdiği eşi Hurrem Sultân kendi oğlu Selîm'i (İkinci Selim) velîahd
yapmak isteyince, pâdişâhın öbür oğulları (Mustafa ve Bâyezîd) da
babalarına isyan ettiler.

Mete çok yüksek kaabiliyetli bir komutandı. Topladığı ordu ile babasını
yendi ve Hun tahtına oturdu. Çin târihleri onun üstün meziyetlerini ve
yaptığı büyük işleri uzun uzun anlatırlar. Devletinin ve milletinin
işleri için kendi çıkarlarını hiçe sayardı.

Anlatılanlara göre bir defasında Hunlar zor durumda kalmışlar ve
Çinliler'den barış istemişlerdi. Çinliler barış için Mete'nin en
sevdiği atını istediler, hemen verdi. Ama Çin hükümdarı bununla
yetinmedi, başka şeyler de istedi. Mete kendine ait nesi varsa hepsini
birer birer veriyordu. Sonra Çinliler sınırda küçük bir arazî
istediler. Burası hiçbir ise yaramayan kurak, kumlu bir topraktı. Ama
Mete buna çok sinirlendi ve şöyle dedi:

"Benden ne istedinizse verdim, çünkü onlar benim maltındı. Ama bu
toprak benim değil, milletimindir. O toprağı korumak için savaşır,
canımı veririm."



Türklerin Oğuz Kağan Destanı'ndaki Oğuz Kağan'ın Mete olduğu söylenir.
Oğuz Kağan'ın Şehnâme'de ve Divân-ı Lugati't Türk'de adı geçen Alp Er
Tunga olduğunu söyleyenler de vardır. Oğuz Kağan Destanı şöyledir:

Günlerden bir gün Ay Kağan bîr erkek çocuk doğurdu. Çocuk kara saçlı,
kara kaşlı, ela gözlü, kırmızı ağızlı idi. Perilerden daha güzeldi.
Çocuk, anasından yalnız bir defa süt emdi. Bir daha emmedi. Konuşmaya
başladı. Çiğ et ve şarap istedi. Kırk günden sonra büyüdü. Yürüdü.
Oynadı. Ata bindi. Geyik avına bağladı. Günlerden sonra, gecelerden
sonra bir yiğit oldu. Bahadır oldu.

Oğuz Kağan denen bu bahadır bir gün Tanrı'ya yakarmakta idi. Birdenbire
etraf karanlık kesildi. Gökten bir ışık düştü. Bu ışık aydan da,
güneşten de parlaktı. Oğuz Kağan gördü ki bu ışığın içinde bir kız var.
Bu kız çok güzeldi. Yüzünde ateşli, ışık saçan bir beni vardı. Kutup
Yıldızı gibi İdi. Gülse, mavi gök de gülerdi. Ağlasa, mavi gök de
ağlardı.

Oğuz Kağan bu kızı görünce aklı başından gitti. Kızı sevdi, aldı. Kız,
Oğuz Kağan'a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine "Gün", ikincisine
"Ay", üçüncüsüne "Yıldız" adını koydular.

Oğuz Kağan gene bir gün ava gitti. Gördü ki gölün yanında bir ağaç var.
Bu ağacın kovuğunda bir kız oturuyor. Çok güzel bir kız. Saçlar bir
ırmağın akışı gibi. Dişleri inciye benziyor. Gözleri gökten de mavi.

Oğuz Kağan'ın aklı başından gitti. Yüreğine ateş düştü. Onu sevdi,
aldı. Bu kız da Oğuz Kağan'a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine "Gök",
ikincisine "Dağ", üçüncüsüne de "Deniz" adını verdiler.

Bu çağda, sağ yönde Altın Kağan denen bir kağan vardı. Altın Kağan,
Oğuz Kağan'a elçi gönderdi. Pek çok altın,gümüş, yolladı. Pek çok kız,
yakut, inci gönderdi. Oğuz Kağan'a saygı gösterdi. İtaat etti. Oğuz
Kağan, Altın Kağan'ın itaatini kabul etti. Sonra kırk gün yürüdü. Buz
Dağı denen dağa geldi. Çek soğuktu. Çadırını kurdurdu.

Tan yeri ağardığı zaman Oğuz Kağan'ın çadırına güneş gibi bir ışık
girdi. O ışıktan; gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt çıktı.
Kurt, Oğuz Kağan'a dedi ki :

- "Ey Oğuz, artık ben önünde yürüyeceğim."

Bundan sonra Oğuz Kağan çadırları toplattı. Yola koyuldu. Ordusunun
önünde gök tüylü, gök yeleli, büyük erkek kurt yürüyordu. Ordu, kurdu
takip ediyordu.

Nice günlerden sonra kurt durdu. Oğuz Kağan da ordusunu durdurdu.
Burada İtil denen bir ırmak vardı. Oğuz Kağan düşmanla karşılaştı.
Savaş çok çetin oldu. Okla, kılıçla vuruşuldu. İtil Suyu düşman
kanından kıpkızıl oldu ve Oğuz Kağan üstün geldi.

Gök tüylü, gök yeleli kurt gene öne düştü. Oğuz Kağan'ı Sind Ülkesi'ne
götürdü. Oğuz Kağan burada da çok düşmanla vuruştu. Düşmanı yendi. Bu
ülkeyi de yurduna ekledi. Geri döndü.

Oğuz Kağan'ın yanında ak sakallı, boz saçlı, çok akıllı ihtiyar bir
kişi vardı. Anlayışlı, doğru bir adamdı. Oğuz Kağan'ın veziri idi. Adı
"Uluğ Türk" idi.

Uluğ Türk günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü.
Bu altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanmıştı. Üç gümüş ok
da kuzeye doğru gidiyordu. Uluğ Türk uyandıktan sonra, düşte
gördüklerini Oğuz Kağan'a anlattı:
- "Ey Kağanım," dedi. "Hayat sana hayırlı olsun. Gök Tanrı, düşümde gördüğümü yerine getirsin. Dilediği yeri sana versin."

Oğuz Kağan, Uluğ Türk'ün sözlerini beğendi. Öğüdünü dinledi. Oğullarım topladı. Şöyle dedi:

- Gönlüm av diliyor. Kocadım. Kuvvetim kalmadı. Gün, Ay ve Yıldız; siz
Doğu tarafına varın. Gök, Dağ ve Deniz; siz Batı tarafına varın...

Bunun üzerine Oğuz Kağanın oğullarının üçü Doğu tarafına, üçü de Batı
tarafına gitti. Gün, Av ve Yıldız çok geyikler, çok kuşlar avladıktan
sonra yolda bir altın yay buldular. Yayı aldılar. Babaları Oğuz Kağan'a
verdiler. Oğuz Kağan sevindi. Yayı üç parça etti ve dedi ki :

- "Ey büyük kardeşler, yay sizin olsun..."

Gök. Dağ ve Deniz de çok geyikler, çok kuşlar avladıktan sonra yolda üç
gümüş ok buldular. Okları aldılar. Babaları Oğuz Kağan'a verdiler. Oğuz
Kağan sevindi. Okları küçük oğullarına pay etti ve dedi ki:

- "Ey küçük kardeşler, bu oklar sizin olsun..."

Oğuz Kağan bundan sonra ulu kurultayı toplantıya çağırdı. Halkı da
davet etti. Büyük meşveret edildi. Oğuz Kağan yurdunu oğullarına pay
etti. Onlara verdi. Dedi ki :

- " Ey oğullar ben çok yaşadım. Çok savaşlar gördüm. Çok ok attım. Çok
ata bindim. Düşmanlarımı ağlattım . Dostlarımı güldürdüm. Gök Tanrı'ya
borcumu eda ettim. Sizlere de yurdumu veriyorum..."

En son Genç Osman tarafından Cuma 30 Mayıs 2008 - 20:10 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:27

2..GÖKTÜRKLER
Türk Tarihi Gokturk
Türk Tarihîndeki Önemi: Türk sözünü ilk defa resmî devlet adı olarak
kabul edenler Göktürklerdir. Böylece devleti ifade etmesi bakımından
siyasî bir anlamı olan Türk kelimesi bu sayede bütün bir milletin adı
olmuştur.



Göktürk Menşe Efsaneleri ve Ergenekon Destanı'na Göre
Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı

Göktürklerin "Kurttan Türeyiş"lerine dair Çin kaynaklarında da geçen üç
efsane vardır. Aslında bu efsanelerin hemen hemen aynısı M.Ö. 119'da
Hunlar tarafından büyük bir yenilgiye uğratılan Wu-sunlar için söylenir.

Efsaneye göre Hunlar bir taarruz neticesinde Wu-sun kralını öldürmüş,
onun oğlu Kun-mo küçük olduğu için Hun hükümdarı ona kıyamamış ve çöle
atılmasını emretmiş. Küçük Kun-mo dişi bir kurt tarafından emzirilmiş
ve bu olayı uzaktan seyreden Hun hükümdarı, çocuğun kutsal biri
olduğuna inanarak, büyüdüğünde onu Wu-sunların kralı yapmış, içinden
Göktürkleri de çıkaran, Çinlilerin Kao-çı (Yüksek Tekerlekli
Arabalılar) ve T'ieh-li (Tölös) dedikleri, Orhun nehrinden Volga
kıyılarına kadar geniş bir alana yayılan bu güçlü Türk kavimler
topluluğu için de "kurttan türeyiş" efsanesi aynı motifi işler.
Çin'deki Toba sülalesi devri kaynaklarında efsane özetle şöyle
anlatılır:

"Kao-çı kağanının çok akıllı iki kızı varmış. Öyle iyi kalpli ve
akıllılarmış ki, babaları onların ancak tanrı ile evlenebileceklerini
düşünerek, kızlarını bir tepeye götürmüş. Ancak tepeye ne tanrı gelmiş
ne de onlarla evlenmiş. Kızlar burada beklerken ihtiyar bir erkek kurt
tepede dolaşmaya başlamış. Küçük kız, kardeşine bu kurdun tanrının
kendisi olduğunu söyleyerek tepeden inmiş ve kurtla evlenmiş. Bu
suretle Kao-çı halkı bu kız ve kurttan türemiş.".

Bu efsanelerin tekamül etmiş şekli, tarihî realiteye de uygun olarak,
Göktürk menşe efsanelerinde ve Ergenekon Destanı'nda görülür.
M.S.570'te ortaya çıkan Çin'deki Sui Sülâlesi devrinde Göktürklerle
yakın münasebet kuran Çinliler, Türklerden öğrendikleri efsaneyi tarih
yıllıklarında not etmişlerdir. Efsane şöyledir:

"... (Göktürklerin) ilk ataları Hsi-Hai, yani Batı Denizi'nin
kıyılarında oturuyorlardı. Lin adlı bir memleket tarafından, onların
kadınları, erkekleri, büyüklü-küçüklü hepsi birden yok edilmişlerdi.
Yalnızca bir çocuğa acımışlar ve onu öldürmekten vazgeçmişlerdi.
Bununla beraber onun da kol ve bacaklarını kendisini Büyük Bataklığın
içindeki otlar arasına atmışlardı. Bu sırada dişi bir kurt peyda olmuş
ve ona her gün et ve yiyecek getirmişti. Çocuk da bunları yemek
suretiyle kendine gelmiş ve ölmemişti. (az zaman sonra) çocukla kurt,
karı koca hayatı yaşamaya başlamışlar ve kurt da çocuktan gebe
kalmıştı. (Türklerin eski düşmanı Lin devleti, çocuğun hâlâ yaşadığını
duyunca) hemen kendi adamlarını göndererek, hem çocuğu hem de kurdu
öldürmelerini emretmişti. Askerler kurdu öldürmek için geldikleri
zaman, kurt onların gelişinden daha önce haberdar olmuş ve kaçmıştı.
Çünkü kurdun kutsal ruhlarla ilgisi vardı. Buradan kaçan kurt, Batı
Denizi'nin doğusundaki bir dağa gitmişti. Bu dağ, Kao-ch'ang
(Turfan)'ın kuzey-batısında bulunuyordu. Bu dağın altında da çok derin
bir mağara vardı. (Kurt) hemen bu mağaranın içine girmişti. Bu
mağaranın ortasında büyük bir ova vardı. Bu ova, baştan başa ot ve
çayırlıklarla kaplı idi. Ovanın çevresi de 200 milden fazla idi.

Kurt, burada on tane erkek çocuk doğurdu. (Göktürk Devleti'ni kuran) A-şi-na ailesi, bu çocuklardan birinin soyundan geliyordu."

Efsanede Türklerin yaşadığı ve göç ettiği yer olarak gösterilen Batı
denizi, kimi tarihçilere göre Turfan'ın kuzey batısında yer alan Balkaş
gölü veya Aral, hatta Hazar iken kimi tarihçilere göre de Isık göldür.
Isık göl ve civarı, Kırgızların millî destan kahramanı olan Manas'ın da
yaşadığı bir bölgedir. Ancak burada önemli olan menşe efsanesinin,
Göktürklerin "Ergenekon Destanı"nın ilk şekli olmasıdır. Bütün Türk
boylarında derin izler bırakan bu destan, içinde tarihî olayları
barındırması bakımından da dikkate değerdir. Destan özetle şöyledir:

"Türk illerinde Göktürk oku ötmeyen, Göktürk kolu yetmeyen bir yer
yoktu. Bütün kavimler birleşerek Göktürklerden öç almaya yürüdüler.
Türkler çadırlarını, sürülerinin bir yere topladılar. Çevresine hendek
kazdılar, beklediler. Düşman geldi. Vuruş başladı. On gün vuruştular,
Göktürkler üstün geldi." Düşman, Türkleri er meydanında
yenemeyeceklerini anladığından hileye başvurur ve Göktürkleri gafil
avlayıp, çadırlarını basar. Büyük bir katliam gerçekleşir. İl Han'ın
küçük oğlu Kayan (Kıyan) ve yeğeni Tukuz (Negüz) kadınlarıyla birlikte
düşmanın elinden kaçar ve onların bulamayacağı bir yere "Ergenekon" a
(Sarp Dağ Beli) gelirler. Burası geçit vermez, sarp dağlarla çevrili
orta yeri düz, verimli bir ovadır. Burada bir müddet sonra nüfusları
gittikçe çoğaldığında, birbirine akraba, ayrı ayrı "oba"lar
oluşturdular. Nihayet dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri
Ergenekon'a sığamaz oldu. Kurultay toplayıp, Ergenekon'dan çıkma
kararına vardılar. Çıkış için tek bir geçit vardı fakat burası da
demirdendi. Bir demirci ustasının fikriyle demir dağ büyük bir ateş
yakılıp, devasa körüklerle harlandırılarak eritildi. Nihayet, Börteçene
(Bozkurt) adlı bir başbuğun liderliğinde, Türkler Ergenekon'dan çıkıp
bütün dünyaya yayıldılar.

Özetlenen bu destan, İlhanlı tarihçisi Reşideddin tarafından
nakledilirken, araya Moğollar da serpiştirilerek, büyük ölçüde tahrif
edilmiştir. Ancak destanda geçen motifler ve çağrıştırdıkları olaylar,
destanın Göktürklere ait menşe efsanelerinin tekamül etmiş hâli
olduğunu açıkça göstermektedir. Nitekim Börteçene, Göktürklerin
soylarını dayandırdıkları Asena gibi mübarek ve yol gösteren bir
kurttur. Hun birliği dağıldıktan sonra, destanın girişinde belirtildiği
gibi, Türkler Altay dağları civarına çekilmişler ve bir müddet
Juan-Juanlar'ın hâkimiyeti altında yaşamışlardır. Demircilikte ileri
giden Göktürkler, Juan-Juan hükümdarının "Sizler demircilikle uğraşan
kölelerimsiniz" diye aşağılanmalarını hazmedemeyerek, onlara savaş
açmışlar ve yaklaşık dört yüz yıl süren suskunluktan sonra, 545 yılında
büyük bir zafer kazanarak istiklâllerinin temelini atmışlardır.
Reşideddin'in de Camiü't-Tevarih'te yazdığı üzere, Ergenekon'dan çıkış,
bir bayram olarak kutlanmış, önce Türk kağanı, ardından beyler, bir
parça demiri ateşe salıp kızdırdıktan sonra, örs üstünde çekiçleyerek,
Ergenekon'u Türk an'anesinde canlı tutmuşlardır.

Göktürk hükümdarlık ailesi Aşına soyundan gelmekteydi. Yukarıda ifade
ettiğimiz efsanelere göre Aşına soyu dişi bir kurttan türemişti ve bu
inanış sebebiyle de Göktürk Devleti alâmeti, altından kurt başlı sancak
olmuştur. Ergenekon efsanesi, Hun devletinin yıkılmasından sonra,
Türklerin yaşadığı zorlukları anlatmaktadır. Dolayısıyla, tarihen
yaşanmış olaylar, Göktürklerin, Hun devletinin bir devamı olarak ortaya
çıktıklarının bir delilidir. Nitekim devlet yapılanmasının Hunlarla
aynı olması da bu fikri kuvvetlendirir.

BİRİNCİ GÖKTÜRK KAĞANLIĞI

Göktürkler'in tarih sahnesine çıktıkları sıralarda Orta Asya Moğol
asıllı Juan-Juanların hâkimiyetinde idi. Göktürkler de Altay dağları
civarında, önemli bir siyasî güç hâlinde onlara bağlı olarak
yaşıyorlardı. Bu esnada geleneksel sanatları demircilikle uğraşan
Göktürkler, Juan Juanların silâhlarını imal etmekteydiler.

Göktürkler, daha 534 yıllarında Çin ile diplomatik ilişkiler kuracak
güce erişmişlerdi. Bu sıralarda başlarında Bumın bulunuyordu. Bumın,
bir Türk boyu olan Töleslerin isyanını bastırması karşılığında Juan
Juan Kağan'ının kızı ile evlenmek istedi. Ancak bu isteğinin kabaca
geri çevrilmesi üzerine Bumın, üst üste vurduğu darbelerle onların
bütün topraklarını ele geçirmiş ve kağanlarını da öldürmüştür. 552
yılında meydana gelen bu olayla Göktürk devleti de kurulmuş oluyordu.
İl-Kağan ûnvanını alan Bumın, devletinin merkezî olarak da, Büyük Hun
devletinin merkezinin bulunduğu Ötügen'i (Orhun ırmağının hemen batısı)
seçti.

Türk devlet geleneğine göre devlet doğu ve batı olmak üzere iki kanat
hâlinde teşkilâtlanmaktaydı. Devletin batı kanadı doğunun yüksek
hâkimiyetini tanımak durumundaydı.

Bumın doğuda kağan olduğu zaman, küçük kardeşi İstemi de Yabgu
unvanıyla devletin batı kanadının başına geçti. (552-576). Bumın
Kağan'ın devleti kurduğu yıl içerisinde ölmesi üzerine yerine oğlu
Ko-lo (Kara) kağan olmuştur. Ancak O'nun da erken ölümü ile kısa süren
kağanlığının ardından, Bumın' ın diğer oğlu Mukan Kağan'ı (553-572),
devletin doğu kanadının başında görüyoruz. Onun zamanında İstemi Yabgu
batı kanadını yönetmeye devam etmiştir. Mukan Kağan, devleti daha da
güçlendirerek, hâkimiyetini genişletmiş ve Çin üzerinde baskı kurmuştur.

Devletin batı kanadını idare eden İstemi Yabgu, kısa zamanda,
Altayların batısını Isık göl ve Tanrı dağlarına kadar hâkimiyeti altına
aldı. batıdaki faaliyetleri sonucunda, Orta Çağ'ın en büyük iki devleti
Sasani ve Bizans imparatorlukları ile ilişkiler kuruldu. İpek Yolu'nu
ellerinde tutan Akhun (Aftalit) devleti, Sasanilerle iş birliği
yapılarak ortadan kaldırıldı . Toprakları Ceyhun nehri (Amuderya) sınır
olmak üzere iki devlet arasında paylaşıldı (557). Böylece Göktürkler
egemenliklerini Kuzey Hindistan'daki Keşmir bölgesine kadar
uzatacaklardır.

Göktürkler'le Sasaniler'in arası İpek Yolu meselesinden dolayı bozuldu.
Sasanilere karşı Bizans ile iş birliğine yönelen İstemi, İstanbul'a bir
elçilik heyeti gönderdi.

İmparator II. Justinos tarafından kabul edilen bu heyet, aynı zamanda
Orta Asya'dan Doğu Roma'ya giden ilk resmî heyetti (568). Bizans da
ipek ticaretinde Sasaniler'in aracılığından memnun değildi. Bu sebeple
Göktürklere karşı bir elçilik heyeti göndererek iki devlet arasında
ittifak yapıldı (571). Bu ittifak neticesinde 571 yılında 19 yıl
sürecek olan Sasani-Bizans savaşları başlamıştır. Bu savaşlar her iki
devleti de sarsmış ve İslâmiyet'in İran'da yayılıp yerleşmesinde büyük
rol oynamıştır. Dünya tarihinde çok önemli gelişmelere yol açan bu
duruma, İstemi'nin batı siyasetinin katkısı büyüktür.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:27

Mukan Kağan'ın 572 yılında ölmesi üzerine Göktürk tahtına kardeşi Ta-po
geçti. Ağabeyinden sağlam bir devlet düzeni devralan Ta-po, daha çok
kültür meseleleri ile uğraşmıştır. O'nun zamanında, Çin edebiyat ve
fikir eserleri Türkçeye tercüme edilmiştir. Ta-po devri Göktürk
kağanlığının en parlak devri olmakla birlikte çöküşün de başladığı
devirdir. O kağanlığın kendi idaresinde bulunan doğu kanadını ikiye
ayırarak doğu tarafındaki kısma kardeşi Ko-lo'nun oğlu İşbara'yı,
batıdaki kısma küçük kardeşi Jo-tan'ı tayin etti. Ayrıca Türk töresi
ile çelişen Budizm'i benimsemiş olması hata olarak kabul edilmektedir.
Çünkü büyük sürülere sahip olan atlı ve savaşçı Türklerle, et yemeyen,
hayvanları bile öldürmeyen Budistler'in temel inançlarının uyuşmasının
hiç imkânı yoktu.

Göktürk Kağanlığının doğu kanadında bu zayıflama belirtilerinin
görüldüğü bir sırada batı kanadının başında bulunan İstemi Yabgu öldü
(576).

İstemi'nin yerine kağanlığın batı kanadının başına oğlu Tardu geçti
(576- 603). Kağanlığın doğu kanadında ise Tapo Kağan'ın 581 yılında
ölmesi üzerine yerine kardeşinin oğlu İşbara kağan oldu.

İşbara'nın kağanlığı devrinde, batı kanadında görev yapan Tardu,
ihtirası yüzünden doğunun üstünlüğünü tanımaması üzerine devlet 582
yılında resmen ikiye ayrılmış oldu.

DOĞU GÖKTÜRK KAĞANLIĞI

İşbara'nın kağanlığı zamanında Çin'in Doğu Göktürk Devleti üzerinde
baskısını artırdığını görüyoruz. Onun 587 yılında ölümünden sonra, başa
geçen kağanlar zamanında bu baskı ve Çin'e has entrikalar artarak devam
etmiştir. Devlet Şi-pi Kağan devrinde (609-619) toparlanır gibi olmuş
ise de, onun ölümü ile Çin tehdidi kendini tekrar göstermiştir. Nihayet
Kie-li, kağanlığı zamanında, 630 yılında yapılan bir savaşta yenildi ve
yakalanarak Çin'e gönderildi . Bu tarih, Doğu Göktürkleri'nin
istiklalinin de sonu kabul edilir.

630 yılında başlayan Çin hâkimiyeti yarım yüzyıl sürdü. Bu süre
içerisinde Çin'e karşı birçok ayaklanma gerçekleşmesine rağmen,
bunların hepsi Çinliler tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştır.
Bunlar içerisinde en dikkat çekeni, Kürşad isimli bir Türk prensinin 39
arkadaşı ile kalkıştığı ayaklanmadır. Bu ayaklanma hepsinin kahramanca
ölümü ile sonuçlanmıştır. Ancak bu tür hareketler, Türklerin hürriyet
ve istiklâl arzularını sürekli canlı tutmuştur.

BATI GÖKTÜRK KAĞANLIĞI

582 yılında ikiye ayrılan bu iki Göktürk kanadı, hâkimiyet mücadelesi
yüzünden birbirlerinin düşmanı hâline gelmişlerdi. Batı Göktürkleri'nin
başında bulunan İstemi Yabgu'nun oğlu Tardu, bir yandan doğuya
üstünlüğünü kabul ettirmek için uğraşırken, bir yandan da batıda yeni
fetihlere girişmişti. Bu faaliyetleri neticesinde Maverâünnehir ve
Harezm bölgesi yanında Ötügen, Kuzeybatı Moğolistan ve Kaşgar'a kadar
hâkimiyetini genişletti. Ancak Tardu, Göktürk birliğini sağlamak için
çok şiddetli davranıyordu. 601 yılında Çin başkenti yakınlarında
yapılan savaştan sonuç alınamaması pek çok Türk ve yabancı kavimlerin
isyanına sebep oldu. Tardu, bu isyancılar ile baş edemeyerek 603
yılında tarih sahnesinden çekildi. Tardu'dan sonra Batı Göktürkleri'nde
iç karışıklıklar uzun yıllar devam etti. Bir ara Tardu'nun torunu olan
Tong-Yabgu zamanında (619 -630) devlet nizamı sağlanmış ise de 630
yılında bir mücadelede ölmesi, Batı Göktürklerinin sonunu
hazırlamıştır. 630 yılı Göktürk tarihî için kara bir yıl olmuş, her iki
Göktürk devleti de aynı yıl içerisinde Çin'e bağlanmıştır.

İKİNCİ GÖKTÜRK KAĞANLIĞI

630 yılında başlayan 50 yıllık esaret döneminde Çin, Türk kavimlerini
durmadan yerinden oynatır, parçalar ve böler. Yapılan ayaklanmalar da
çok kanlı bir şekilde bastırılır. Ancak bu baskı ve şiddet dönemi
Türklerin millî benliklerini yok edemez. Aksine Türklerdeki millî şuuru
daha da perçinler. Türklerin bu devirde içine düştükleri hüzün ve
kederin, acıklı ve ibret dolu ifadelerini Orhun Kitabeleri'nde görmek
mümkündür.

II. Göktürk Kağanlığı, baskı ve zulüm devirleri ardından 681 yılında
Göktürk hanedan soyu Aşına'dan gelen Kutlug tarafından kuruldu. Kutlug,
az zamanda akıl hocası Tonyukuk ile kağanlığı, Ötügen başkent olmak
üzere yeniden teşkilâtlandırmıştır. Bu sebeple Kutlug Kağan'a
İl'i=devleti derleyip toplayan manasına İlteriş ûnvanı verildi. Ordu ve
diplomasi işlerini Bilge Tonyukuk'a bırakan İlteriş Kağan, kardeşi
Kapagan'ı da şat tayin etti. Devlet kurulduktan sonra, elli yıllık
esaret hayatının acısını çıkarmak ve Türklerin kırılan gururlarını
tamir etmek için Çin'e karşı sayısız akınlar yapıldı. Hatta bu
akınların birinde 23 Çin şehrinin tahrip edildiği ve Okyanus'a kadar
ulaşıldığından bahsedilmektedir. Orhun Kitabeleri'nde İlteriş Kağan'ın
en büyük destek ve yardımcılarından birinin eşi İlbilge Hatun olduğu
belirtilmektedir.

İlteriş Kağan 692 yılında öldüğü zaman Göktürk Devleti eski haşmet ve
gücüne erişmiş bulunuyordu. Yerine biri 8 yaşında Bilge, diğeri 7
yaşında olan Kül Tigin adlı oğullarının yaşlarının küçüklüğü sebebiyle,
kardeşi Kapagan, kağan oldu (692-716).

Kapagan Kağan devri, fetihlerin devam ettiği ve Türk birliğinin
kurulduğu bir devir olmuştur. Kapagan, bu birliği gerçekleştirmek için
gerektiğinde çok şiddetli davranmıştır. Bu sebeple Kırgızlar, Türgişler
ve Basmıllar itaat altına alınmış, Karluklar ve Oğuzlar
cezalandırılmıştı. Ayrıca onun zamanında tarım reformu ve tohum ıslahı
gibi hareketlere de girişilmişti. Bu amaçla gelişmiş Çin tarımının
tekniklerinin uygulanması için Çin ile savaşılmıştır.

Kapağan Kağan 716 yılında öldüğü zaman şiddet politikasının bir
neticesi olarak devlet içerisinde büyük karışıklıklar baş gösterdi.
Yerine geçen oğlu İnal bu meselelerle baş edecek kabiliyette olmadığı
için idareyi İlteriş'in oğulları Bilge ve Kül Tigin almak zorunda
kaldılar.

Her ikisi de amcaları Kapagan'ın kağanlığı zamanında önemli devlet
görevlerinde bulunmuşlar ve başarı göstermişlerdi. Bilge, şat ûnvanı
ile devletin Batı ( Sol) kanadının başında bulunmuştu. 716 yılında
Bilge, Kağan olunca küçük kardeşi Kül Tigin, ağabeyinin yerine devletin
batı kanadının başına geçti. Kül Tigin aynı zamanda ordunun
düzenlenmesi işini de üzerine almıştı. Babalarının başveziri olan Bilge
Tonyukuk tecrübeli bir devlet adamı kimliği ile aynı görevine devam
etti.

Eski Türk devlet anlayışına göre iyi bir kağanın başlıca iki özelliği
olmalıydı: Bilgelik ve alplik. Bu iki kardeşten Bilge Kağan,
bilgelikle; Kül Tigin ise alpliği, cesareti ile şöhret kazanmıştır.

Bilge Kağan zamanında devlet, eski güç ve itibarına kavuştu. Çin ile
ittifak hâlinde olan güçlü Moğol kabileleri ve Basmılların oluşturduğu
tehdit ortadan kaldırıldı . Böylece doğuda ve batıda kağanlık sınırları
doğal sınırlarına kavuşmuş oldu. Bilge Kağan devri (716-734), İkinci
Göktürk Devleti'nin en parlak devri olmuştur. Bu başarılar, üç Göktürk
büyüğünün; Tonyukuk, Bilge ve Kül Tigin'in azim, gayreti ve hepsinden
önemlisi uyumlu çalışmaları ile elde edilmişti .

Önce Tonyukuk'un 725, sonra Kül Tigin'in 731 yılında ölümü üzerine, iki
büyük yardımcısını kaybeden Bilge Kağan da 734 yılında öldü. Bu üç Türk
büyüğü adına ayrı ayrı dikilen kitabeler, bu çağın ölmez hatıralarıdır.

Göktürk Kitabeleri'nde de söylendiği gibi, küçükler, büyükler gibi
yaratılmadığı için, Bilge Kağan'dan sonra gelen Türk devlet adamları da
bilgisiz ve kötü olmuşlardı. Ayrıca Dokuz Oğuzlar yani Uygurlar,
Karluklar ve Basmıllar gibi Türk kavimleri de güçlenmişlerdi. İşte 743
yılında bu üç Türk kavminin, Basmıl Türklerinin başkanlığında toplanıp,
Göktürk Devleti'ni yıkmalarıyla Göktürk devri de sona ermiştir.

Başlangıçta yalnızca akın ve savaşlar için kurulmuş gibi görünen
Göktürk Kağanlığı, artık VIII. yüzyılda, bir kültür devleti olma yoluna
girmişti. Ayrıca Türkçe konuşan ve kendilerini birbirine yakın hisseden
bütün Orta Asya halklarını bir araya getirmişti .

Göktürklerin kurup geliştirdiği yüksek devlet anlayışı Orta Asya Türk
boylarının kolay kolay hafızalarından çıkmamıştır. İşte bu açıdan
744'te kurulan Uygur devleti Göktürklerin bir devamı gibidir.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:27

UyGurlar
Türk Tarihi Uygur
Uygurlar hakkındaki bilgiler, Çin yıllıkları ile Göktürk ve Uygur
kitabelerinde bulunmaktadır. Uygur kelimesine çeşitli anlamlar
verilmekle birlikte en kabul göreni; akraba, müttefik anlamında
olanıdır.Uygurlar Çin kaynaklarında Hunların soyundan
gösterilmekte-dir. V. yüzyılda Orta Asya'nın büyük bir kısmına yayılmış
olan Töleslerin bir boyu olarak karşımıza çıkmaktadır. Uygurlar bu
dönemde Kao-çı (yüksek tekerlekli arabalılar) adıyla bilinmekteydiler.
Orhun Kitabeleri'nde ise Dokuz Oğuz adı ile anılıyorlardı.

Uygurlar, Orhun ve Selenga vadilerinin yerli kavimleri idiler. Bunlar
Göktürk devleti kurulunca, onların hâkimiyetini tanıdılar. 630 yılında
Göktürk devleti Çinliler tarafından yıkıldığında serbest kalmışlar ve
bir siyasî birlik oluşturmuşlardır. Çin ise Göktürklere karşı bu Uygur
birliğini destekliyordu. Bu çağda başlarında Alp İlteber ûnvanını
taşıyan, Pusa isimli biri bulunuyordu.

Uygurlar, 681 yılından sonra, İl Teriş Kağan'ın ortaya çıkmasıyla, yine
Göktürklere bağlanmak zorunda kaldılar. Bu süre içinde kendilerini
toplamış olan Uygurlar, Göktürk devletinin zayıflaması ile yeni bir
fırsat daha bulmuş oldular. Göktürklerin hâkimiyetinde bulunan Basmıl
ve Karluk gibi Türk toplulukları ile birleşen Uygurlar, 742-43
yıllarında Göktürk Kağanı Ozamış'ı mağlûp ederek öldürdüler.

Uygur Devletinin Kuruluşu

Göktürk devleti ortadan kalkınca, 743 yılında Basmılların idaresinde
yeni bir devlet kuruldu. Uygurlar bu Basmıl Kağanlığı' nın Sol Yabgusu,
yani doğu Yabgusu; Karluklar ise, Sağ Yabgusu, yani batı Yabgusu
oldular. Bu yeni devlet, tam bir federal devlet biçimindeydi.

744 yılında Uygur Yabgusu, Basmıl Kağan'ını mağlûp ederek kendini kağan
ilân etti. Kağanlık ûnvanı olarak da Kutluk Bilge Kül Kağan ûnvanını
aldı. Böylece Uygur Kağanlığı kurulmuş oldu.

Bu kağanlık ûnvanından da anlaşılacağı üzere, Göktürk devletinin
gelenek ve töreleri yeni Uygur Kağanlığı'nda da devam ediyordu. Ancak
Uygurlar arasında Buda ve Mani dini gibi yabancı inanışlar yayıldıkça,
Kağan unvanlarında da birtakım değişiklikler olmaya başlayacaktır.
Uygur devletini kuranlar Orhun bölgesini yurt tuttukları için, bunlara
Orhun Uygurları denilmektedir.

Kutluk Bilge Kül Kağan ölünce yerine oğlu Bayan Çur, kağan oldu.
Uygurların en büyük kağanı olan Bayan Çur Kağan, unvan olarak da
"Tengride bolmış, il itmiş Bilge Kağan" ûnvanını aldı. Bu ûnvanın
anlamı ise, Gökte doğmuş, devlet yönetmiş, Bilge Kağan demekti.

Bayan Çur Kağan devri (747-759), Uygurların dört yönde genişledikleri
bir devirdir. batıda Kara Türgeş devleti, Uygur hâkimiyetini tanımak
zorunda kaldı. Kırgız, Çik, Sekiz Oğuz ve Dokuz Tatar gibi Türk boyları
itaat altına alınarak, devlet otoritesi güçlendirildi. Öte yandan yine
bu devirde, güneydeki Beş-balıg, Kuça ve Karaşar gibi zengin tarım ve
ticaret şehirleri de Uygur etkisi altına alınmıştır. Turfan bölgesi ile
Uygurlar arasındaki ilişkiler de, yine bu devirden itibaren başlamış
oluyordu.

Bayan Çur Kağan'ın önemli işlerinden birisi de, onun zamanında,
Uygurlar arasında şehirleşme eğilimlerinin başlamasıdır. O, Ordu-balıg
adında başkentleri olan bir şehir kurdurmuştur (757).

Diğer yandan aynı kağan, gittikçe güçlenmekte olan Tibet tehlikesini
sezerek onlara karşı cephe aldı. İmparatorun isteği üzerine, Çin'de
büyük bir tehlike yaratan An-luşan adlı Türk asıllı bir generalin
isyanının bastırılmasına yardım etmiştir. Bu yardım sonunda yapılan
anlaşma ile, Uygur tüccarlarına Çin kapıları da açılmış oldu.

Bayan Çur Kağan'ın Şine-usu gölü yakınında bulunmuş, Göktürk yazısı ile
yazılmış olan, Türkçe bir kitabesi vardır. Bu kitabede kağan olarak
yaptığı işler anlatılmaktadır.

Bayan Çur kağan'ın ölümünden sonra yerine oğlu Bögü Kağan oldu (759) .
Bögü Kağan'ın faaliyetleri siyasî ve manevi olmak üzere başlıca iki
alanda olmuştur. Siyasî faaliyetleri daha çok Çin üzerine olmuştur.
Çin'de baş gösteren isyanların bastırılması sebebiyle sık sık Çin'e
girilmiştir. Ancak Uygurların Çin'e girişlerinde Çin'in çeşitli
bölgelerine yağma akınları da yapılıyordu. Çin'deki isyanların en
önemlisi yabancı kavimlerin Tibetliler etrafında birleşmeleri sonucunda
ortaya çıkan isyan olmuştur. Bu Tibet isyanı ancak Uygurlar yardımı ile
önlenebilmiştir.

Bögü Kağan'ın manevî alandaki en büyük faaliyeti, Maniheizm dinini
kabul etmesi olmuştur. Bögü Kağan, aynı zamanda bu dinin öncülüğünü de
üstlenmişti. Bir tüccar ve şehirli dini olan Mani dininin kabulünün,
Uygurların savaşçı ruhlarını gevşetmekle beraber, ilim, sanat ve
edebiyatta ilerlemelerine katkısı olmuştur.

Eskiden beri Orta Asya Türk kavimleri arasında, çok geniş ve köklü bir
kültüre sahip olan Çin'in zabtedilemeyeceği, bu mümkün olsa bile uzun
süre elde tutulamayacağına dair yaygın bir inanış vardı. Bögü Kağan
Çin'in zayıf bir anında Çin'i ele geçirmek istemişti. Ancak veziri Baga
Tarkan, adı geçen inanış sebebiyle Kağan'ın bu girişimine karşı çıktı.
Ancak sözünü dinletemeyince Bögü Kağan'ı öldürüp Alp Kutluk Bilge Kağan
ûnvanıyla tahta geçti (779). Bundan sonraki kağanlar onun soyundan
gelmiştir. Bu tarihten sonra Uygur devletini oluşturan kabileler
arasında huzursuzluklar da başlamıştır.

Kültür ve ticaret bakımından gelişen Uygurların savaşçılık tarafları
zayıflamıştı. 840 yılında, Uygurların kuzeybatı kısımlarında yaşayan
Kırgızlar, 100 bin kişilik atlı kuvvetleri ile, Uygur başkentine baskın
düzenleyerek kağanlarını öldürüp, halkı kılıçtan geçirdiler. Bu şekilde
Bayan Çur ve Kutlug Bilge Kağan zamanında uğradıkları saldırıların
intikamını korkunç bir şekilde almış oldular. Bu baskından kurtulan
Uygurlar, canlarını kurtarmak için çeşitli yönlere dağılmak zorunda
kaldılar.



TURFAN UYGURLARI

Kırgız baskınından kaçan Uygur boylarının önemli bir kısmı Doğu
Türkistan'a göçmüşlerdir. Burada Turfan ve Karaşar şehirlerinin
civarında yerleşen Uygurlar, Türk medeniyet tarihî açısından büyük
değer taşırlar. Daha Orhun Uygurları zamanında, tarım ve ticaret
merkezleri olan Türkistan'ın bu büyük şehirleri, Uygurların etkisi
altına girmişlerdi. Bu nedenle Uygur devletinin yıkılmasından sonra,
Turfan dolaylarına kaçan Uygurlar için, bu bölge güvenilir bir yer
olmuştur.848 yılından sonra, kendilerini toparlayıp, varlıklarını
komşularına kabul ettiren Uygurlar, 856 yılında ise kağanlıklarını ilân
etmişlerdir. Bu dönemde başlarında Mengli Kağan bulunuyordu. Mengli
Kağan, Uluğ Tengride Kut Bulmış Alp Külük Bilge Kağan, (bugünkü Türkçe
ile; Ulu Tanrı da güç ve saadet bulmuş, kahraman, çalışkan Bilge Kağan)
ûnvanını taşıyordu.

Kağanlık merkezî olarak Turfan şehrini seçtikleri için, kendilerine
Turfan Uygurları denilmiştir. Ayrıca yazlık başkentleri olarak
Beş-balıg şehrini kullandıkları için, kaynaklarda Beş-balıg Uygurları
adı da kullanılıyordu.

Çin yönetimi, bu Uygur devletini Tibet tehlikesine karşı
desteklemiştir. Uygurlar da Doğu Türkistan'da etkinliklerini artırmış
olan Tibetlileri bu bölgeden çıkarmışlardır. Böylece batıdaki
sınırlarını Urumçi şehrine kadar uzatmışlardır.

Turfan Uygurları Mani dinine inanıyorlardı . Bu dini, siyasî amaçları
için de kullanan Uygurlar, dinlerini himaye bahanesiyle Çin üzerinde
baskı kurmuşlardır.

Kültür ve medeniyet bakımından büyük gelişmeler gösterecek olan
Uygurlar, 1335 yılına kadar devletlerini yaşatacaklardır. Gerek X.
yüzyılda Çin'in kuzeyinde Hıtay devletinin kuruluşunda, gerekse Cengiz
Han devletinin gelişmesinde, bu Uygurların, öncülük, bilgi ve
tecrübelerinin çok büyük payı olmuştur. Uygurlara devlet teşkilâtında
çok önemli görevler veren Moğollar, yazı olarak da Uygur yazısını
kullanıyorlardı. Moğollar'ın XVI. yüzyıla gelindiğinde büyük oranda
Türkleşmesinde Uygurlar, önemli rol oynamışlardır.



SARI UYGURLAR

840 yılındaki Kırgız baskınından sonra, dört bir yana dağılan
Uygurların bir kısmı, güney kesimlere, yani Çin ile Doğu Türkistan
arasındaki Kansu bölgesine indiler. Önemli bir ticaret merkezî olan bu
bölge, meşhur İpek yolu üzerinde idi. Bu bölgede yerleşen Uygurlar,
büyük bir şehir olan Kan-Cov'da yeni bir devlet kurmuşlardır. Sonradan,
Sarı Uygurlar adı ile anılacak olan bu Uygurlar, bu bölgenin yerli
halkı ile karışmadan kalmışlardır. Türk dili ve kültürünü uzun yıllar
yaşatan bu Uygur Türklerinin torunlarına bugün bile rastlamak mümkündür.

Din olarak Budizm'i kabul etmiş olan Sarı Uygurlar, ticaret ve
medeniyet bakımından çok gelişmişlerdir. Budislerin en kıymetli
eserlerinin bulunduğu Bin Buda Mağaraları, Sarı Uygurların yaşadığı
bölgede idi. Daha sonraki yıllarda İslâmiyet'i seçen ve Karahanlılar
Çağında Türk-İslâm medeniyetine önemli katkılar sağlayan Uygur
Türkleri, bugün de varlıklarını aynı adla, devam ettirmektedirler.
Ancak bugün sayıları 20 milyonu aşan bu Türk toplulukları, Çin Halk
Cumhuriyeti, Sincan Özerk Uygur Bölgesi'nde, ağır insan hakları
ihlâlleri altında yaşamaktadırlar.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:28

AVARLAR
Türk Tarihi Avar
Orta Asya'da Juan-juan adıyla bilinen, Avarların kökenleri konusunda
kesin bilgilere sahip değiliz. Ancak son ilmî araştırmalar, Avarların
iki kavim unsuruna dayandığını ortaya koymuştur. İşte bugün, bunlardan
en az birinin Türk kökenli olduğunu söyleyebilmekteyiz. Ayrıca
Avrupa'da büyük etkiler bırakan Avar topluluklarının da bu Türk
unsurlara dayandığı söylenebilir.

Avarlar, 552 yılında Göktürk devletinin kurulması üzerine, İç Asya'daki
yurtlarını terk ederek batıya doğru kaçmışlardı. Önce Kafkasya'da
görünen Avarları Bizanslılar, Uarhunit (Avar-Hun) diye
adlandırmışlardır. Burada Bizans ile vardıkları bir anlaşma ile 558'de
Sabar devletine son verdiler. Bu sayede Volga (İtil) ırmağından Tuna'ya
kadar olan sahada hâkimiyet kurmuşlardır. Ancak Göktürklerin baskısı
ile burada fazla tutunamayarak önlerine çıkan bir kısım Slâv
kabilelerini yenerek, Onogur (Bulgar), Otrigur, Kutrigur gibi Türk
asıllı kavimleri de sürükleyerek Karadeniz'in kuzeyinden Tuna nehri
boylarına kadar ilerlediler. Bu sırada Bizans'a elçiler göndererek,
Bizans arazisinde yerleşebilecekleri bir yer istediler. Bizans, Göktürk
baskısı yüzünden, Avarların bu isteklerine çekingen davranmıştır.

567 yılında Macar ovasına gelen Avarlar, bu bölgede yaşayan güçlü
Germen kavimlerinden Gepidleri dağıtmış, Lombardlar'ı da İtalya'ya göçe
mecbur etmişlerdir. Böylece Avarlar, Macar ovasına tek başlarına hâkim
oldular.

Bu sırada Avarların başında meşhur Bayan Han bulunuyordu. Avarların bu
başarısından sonra Macaristan'ın tamamı, tarihte ilk defa olarak, tek
bir siyasî güç etrafında toplanıyordu. Ayrıca, Avarların hâkimiyeti
altında bulunan Slâvlar, tarihlerinde ilk defa, tek bir siyasî idare
altında bir araya gelmiş oluyorlardı.

Bu tarihten sonra Avarların Bizans'a yöneldiklerini görüyoruz. Trakya
ve Makedonya'da büyük akınlar yapan Avarlar, iki defa Selânik'e kadar
ilerlemişler ve şehri kuşatmışlardı. Avar askerî baskıları sonunda
Bizans, ancak onlarla büyük meblağlar tutan yıllık vergiler ödemek
suretiyle barışı sağlayabiliyordu.

Bir ara Avarlar, İstanbul'u kuşatarak, Bizans'a korkulu anlar
yaşatmışlardı (626). Bu tarih Avar hâkimiyetinin zayıflamaya başladığı
zamana rastlar. Zira bu esnada Avarların hâkimiyetinde bulunan Slâv
kabileleri ve Türk asıllı Bulgarlar ayaklanmışlardır. 679 yılında Tuna
Bulgar devletinin kurulması da Avar devletini sarsmıştır. Buna rağmen
Avarlar varlıklarını IX. yüzyılın başına kadar koruyabilmişlerdir.
776-803 yılları arasında, bir yandan Frank kralı Büyük Şarl, bir yandan
da Bulgar hükümdarı Kurum Han'ın Avarlara karşı giriştikleri
saldırılar, Avar devletinin sonu olmuştur.

Avarların Avrupa kavimleri üzerinde, önemli etkileri olmuştur. Avrupa
kavimleri, özellikle de Slâvlar, devlet yönetimi ve askerlik konusunda
Avarlardan çok şey öğrenmişlerdir. Üzengiyi ilk defa Avrupa'ya
getirenler de Avarlar olmuşlardır.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:28

BULGARLAR

453 yılında Attila'nın ölümünden kısa bir zaman sonra, Büyük Hun
Devleti'ni oluşturan değişik ve çok sayıdaki kavim dağılmıştı. Bunlar
arasında bulunan Türk asıllı kavimlerin, yeniden Güney Rusya ovalarına
döndüğünü biliyoruz. Bu kavimler, tam bu sıralarda doğudan aynı sahaya
gelerek yerleşen Onogur Türkleri ile karışarak Bulgar adı verilen yeni
bir Türk kavmini meydana getirmiştir. Zaten Bulgar ismi de Türkçe,
karışık manasına gelen bulgamak fiilinden gelmektedir.

Büyük Bulgar Devleti

Bulgarlar, 558 yılından sonra, bir süre Avarların hâkimiyetinde
yaşadılar. Avarların 567 yılında Göktürk baskısı ile, güney Rusya'dan
Orta Avrupa'ya doğru kaçmaları esnasında, çok sayıda Bulgar topluluğunu
da beraberlerinde sürüklerler. Geride kalanlar ise Göktürk hâkimiyetine
girerler. Bu Bulgar toplulukları, Bizans'ın da yardımı ile, VII.
yüzyılın başlarında Göktürk hâkimiyetinden kurtulurlar. Böylece,
Karadeniz kuzeyinde yaşayan Bulgar toplulukları reisleri olan Kobrat
idaresinde, bir devlet kurabilmişlerdir. Onun zamanında devletin
sınırları Kuban ırmağından Tuna'ya kadar uzanıyordu. Ancak Bulgarların
büyük çoğunluğunu bir arada toplayan, bu Bulgar devleti uzun ömürlü
olmaz. Hükümdarları Kobrat'ın ölümünden hemen sonra, Hazar devletinin
baskısı ile parçalanır (643). Kobrat'ın büyük oğlu Bayan Han
idaresinde, Kuban ırmağı boylarındaki yurtlarında kalan bir kısım
Bulgarlar, Hazarların hâkimiyetine girmek zorunda kalmışlardır.

Tuna Bulgar Devleti

Hazarlara bağlanmak istemeyen Bulgarların bir kısmı kuzeye, bir kısmı
da batıya gelerek, Balkanlarda Tuna Bulgar Devleti'ni kurdular (679).
Batıya gelenlerin başında, Kobrat'ın küçük oğlu Asparuh bulunuyordu .

Tuna Bulgarları, bir yandan Avarlar ile bir yandan da Bizans ile
mücadele etmişlerdir. Tuna Bulgarları'nın en büyük hükümdarı Kurum Han
(803-814) idi. Onun zamanında büyük bir Bizans ordusu yenilmiş,
imparatorları da bu savaşta ölmüştü. Bulgarlar, yine onun zamanında
İstanbul'u kuşatacak kadar güçlenmişlerdi. Kurum Han giriştiği
saldırılarla Avarlara da büyük darbeler vurmuştur.

Tuna Bulgarları'nın hâkim olduğu sahada, yoğun Slâv nüfusu
yaşamaktaydı. İki yüz yıla yakın Türklüklerini muhafaza eden Bulgarlar,
Boris Han zamanında Hristiyanlığı resmen kabul etmeleriyle (864) bu
Slâv nüfus arasında eriyip gitmişlerdir. Bu bölgede XIV. yüzyıldan
sonra, beş yüz yıl Osmanlı Türkleri egemen olacaklardır.

İtil Bulgar Devleti

Hazar hâkimiyetine girmek istemeyerek, kuzeye yönelen bir kısım
Bulgarlar, İtil (Volga) boylarında yerleşmişler ve burada Moğol
istilasına kadar devam edecek bir devlet kurmuşlardır.

İtil Bulgarlarının yerleştiği bölge, İslâm ülkeleri ile Hazarlar ve
İskandinav kavimleri arasında ticaret yolları üzerinde idi. Ticaret ve
tarım ile uğraştıklarını bildiğimiz Bulgarlar, uzun bir süre Hazarlara
bağlı kalmışlardır. Bulgar Şehri diye bilinen başkentleri, zamanının
önemli ticaret merkezlerinden idi.

Müslüman tüccarların tesiriyle X. yüzyılın başlarında İslâmiyet ile
tanışan Bulgarlar, Abbasiler ile diplomatik ilişki kurmuşlardır. Bulgar
hanı Almış, Abbasi halifesine başvurarak, İslâmiyet'i öğretecek din
âlimleri istemiştir. Abbasi halifesi bu isteği kabul ederek, kalabalık
bir heyeti 622 yılında Bulgarlara göndermiştir. Bu heyet içerisinde
bulunan İbn Fadlan, başından geçenleri anlattığı seyahatnamesinde,
Bulgarlar ve diğer Türk boyları hakkında önemli bilgiler vermektedir.
İtil Bulgar Devleti'ne 1237 yılında, Altınorda Hanı Batu tarafından son
verilmiştir.

İlk Müslüman Türk topluluklarından olan İtil Bulgarları, bugünkü Kazan
Türklerinin atalarıdır. Diğer Bulgar toplulukları eriyip gittikleri
hâlde, İtil Bulgarları Müslüman olmaları sayesinde kimliklerini
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:28

HAZARLAR

Avrupa'da kurulan ilk Türk devletleri için de en kuvvetli ve uzun
ömürlü olanı Hazar devletidir. Karadeniz'in kuzeyine kadar hâkimiyetini
genişleten Batı Göktürk Devleti'nin bir devamı olarak ortaya çıkmıştır.
Göktürkler, VII. yüzyılın başında, Hazar Denizi ile Karadeniz arasında
dağınık bir hâlde yaşayan, Sabar, Ogur ve Onogur gibi Türk kavimlerini
kuvvetli bir birlik hâlinde teşkilâtlandırırlar. İşte bu birliğe Hazar
adı verilmiştir. Hazarlar için Bizans ve Çin kaynaklarında Türk veya
Türk-Hazar adı da kullanılmıştır. Hazar Devleti'nin kurucuları, Göktürk
hükümdar ailesinin mensup olduğu Aşına soyundandırlar. Hükümdarlarına
da Göktürkler gibi, kağan diyorlardı.

Hazarlar, Göktürk Devleti'nin yıkılışı ile tamamen bağımsız bir devlet
haline gelmişlerdir (6 30).Hazarlar, Bizans, İran, Arap devletleri ile
yoğun ilişkiler kurmuşlar, çeşitli Slâv kavimlerini ve İtil Bulgar
Devleti'ni hâkimiyetlerine almışlardı. Bizans-Sasani savaşlarında
Bizans ile ittifak yapmışlar ve Bizans'ın üstün gelmesinde önemli rol
oynamışlardır (628). Hazar-Arap ilişkileri daha çok savaş şeklinde
olmuştur. Güney Azerbaycan yönündeki Arap ilerleyişini durdurarak,
Bizans'ı Doğu Avrupa yoluyla güvenceye almışlardır. Ancak Arap
orduları, VIII. yüzyıldan itibaren Hazarlara üstünlük sağlamışlardır.
Bir defasında bir Arap seferi karşısında Hazar kağanı barış istemek
zorunda kalmıştır (737). Bu tarihten sonra Hazarlar arasında İslâmiyet
yayılmaya başlamıştır. Hazarların yaşadıkları bölge canlı bir ticaret
merkezî konumundaydı. Hükümdarlık ailesi yanında bir kısım halk da
Yahudiliği seçmişti. Bugün Karaim adıyla bilinen Türk kökenli
Yahudiler, Hazarların torunudurlar. Ülkelerinde Hristiyan, Müslüman vb.
değişik dinlerden halk barış içinde yaşayabiliyorlardı. IX. yüzyılın
ortalarında, Peçenekler'in İtil-Harezm ticaret yolunu ele geçirmeleri
üzerine Hazarlar, başlıca gelir kaynakları ticaretin aksaması ile
zayıfladılar. Daha sonra Peçenek ve kendilerine bağlı Slâv (Rus)
prensliklerinin saldırılarıyla X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
hızla çöktüler . Dağılan Hazar toplulukları ise doğudan gelen Türk
toplulukları arasında erimişlerdir.

Hazarların devlet teşkilâtı ve askerlik alanında Slâv (Rus) kavimleri
üzerinde büyük etkileri olmuştur. Bugünkü Hazar Denizi, adını Hazar
Türklerinden almıştır.
MACARLAR

Macarlar, Fin-Ugor kavimlerinin Ugor kolundandır. Macar adı, bu kolun
diğer adı olan, Manysi-er'den gelmektedir. İlk yurtları İtil (Volga)
ırmağının yukarı kısımlarıdır. VI. yüzyılda Sabarlar tarafından güneye
itilen Macarlar, Hazar Kağanlığı'na bağlanmışlardır. Bu dönemde
yaşadıkları bölge, Don ve İtil ırmakları arasıdır. Macar tarihinde ve
destanlarında önemli bir yer tutan bu bölgeye Macarlar, Etel-Közü adını
vermişlerdir. Bu bölgede Onogur Türkleri'nin de karışmasıyla bugünkü
Macar milletinin çekirdeği oluşmuştur. Macarların diğer adı olan Hungar
sözü de bu Onogur'dan gelmektedir.

Macarlar, IX. yüzyılın sonlarına doğru Peçenekler tarafından batıya
itilmişlerdir. Bu sırada başlarında Hazar Türkleri'nden Kabar
oymağından Almışoğlu Arpad bulunuyordu. Artan Peçenek baskısı
karşısında daha da batıya kayan Macarlar, 896 yılında, kendi adları ile
anılan bugünkü yurtlarına geldiler. Bu bölgede Avrupa içlerine
yaptıkları akınlar ve Almanlarla giriştikleri mücadelelerle adlarından
uzun süre söz ettirdiler. 1000 yılında Katolik mezhebini kabul ederek
Hristiyanlaşmışlardır. Macarlar, Avrupa'da Slâvların birlik
oluşturmasını engellemişler ve ayrıca Almanların Balkanlara sarkmasını
da önleyerek denge unsuru olmuşlardır. 150 yıl kadar Osmanlı idaresinde
yaşayan Macarlar, Avrupa'da önemli bir güç olarak, günümüze kadar
gelmişlerdir.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:29

PEÇENEKLER

Peçenekler, Uz (Oğuz), Kuman gibi Türk boyları ile birlikte Orta
Asya'dan doğu Avrupa'ya akan büyük bir göç dalgası içerisinde yer
almışlardır. Oymaklar birliği biçiminde hareket eden Peçenekler, siyasî
hayatları boyunca bir devlet düzenine geçememişlerdir. Peçenekler, Batı
Göktürklerini oluşturan Onoklardan gelmektedirler. Önceleri Isık
-Balkaş gölleri dolaylarında oturuyorlardı. Batı Göktürk Kağanlığı'nın
dağılmasından sonra, Karluk ve Oğuz baskısı ile VIII. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren Batı Sibirya'ya çekilmişlerdir. Hazar-Oğuz
ittifakının zorlaması ile İtil ırmağını geçerek Don ve Dinyeper
nehirleri arasında yaşayan Macarları yurtlarından etmişlerdir. Böylece
Peçenekler, Azak denizi ile Karadeniz arasında kalan sahaya hâkim
olurlar. Bu geniş sahada 130 yıl kadar hâkim olan Peçenekler, bu süre
içerisinde Ruslar'a ağır darbeler indirmişler ve onların Karadeniz'e
inmelerine engel olmuşlardır. Ayrıca Bizans ile de iyi ilişkiler
kurmuşlardır. Ancak doğuda artan Uz (Oğuz) baskısı karşısında
Peçenekler yerlerini terk edeceklerdir. 1036 yılından sonra aşağı Tuna
boylarında gördüğümüz Peçenekler, Uz ilerleyişinin durmaması üzerine
Balkanlara inmeye başladılar.

Peçeneklerin bir kısmı Bizans hizmetine girerek Bizans topraklarında
yerleştirilmişlerdir. Hatta bunların bir kısmı 1071 Malazgirt Meydan
Muharebesinde, Alp Arslan'ın tarafına geçmek suretiyle Bizans'ın
yenilgisinde rol oynamışlardır. Selçuklu Türklerinin Anadolu'yu yurt
edindikleri tarihlerde, Peçenekler de Balkanlar da Bizans ile şiddetli
mücadelelere girmişlerdi. Bu sırada İzmir'i alarak Batı Anadolu 'da
güçlü bir beylik kuran Çakan Bey, İstanbul'u zapt etmek istiyordu. Bu
amaçla Çakan Bey, soydaşları Peçenekler'le ittifak kurdu. Çok zor
durumda kalan Bizans'ın yardımına yine bir başka Türk boyu Kumanlar
yetişmiştir. Peçenekler, Bizans'ın kışkırtması ile 40 bin Kuman
atlısının baskınına uğrayarak ezildiler (1091). Bu olaydan sonra artık
Peçenekler siyasî bir varlık olmaktan çıkmışlardır. Dağınık gruplar
hâlinde Hristiyanlaştırılarak yerli halk arasında eridiler.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:29

KIPÇAKLAR

Doğuda Kıpçak, batıda Kuman adıyla tanınan bu Türk kavmi, aslında iki
Türk kavminin birleşmesinden meydana gelmiştir. Batı Göktürk
topluluklarından Kimeklerin bir kolu olan Kıpçaklar, önceleri Balkaş
gölünden İrtiş ırmağına kadar olan bölgede oturuyorlardı. Güneyden
Kumanların kendilerine katılmalarıyla güçlerini daha da artırmışlar ve
çeşitli sebeplerle İtil ırmağını geçerek batıya yönelmişlerdir. Batıda
daha çok dış görünüşleri ile alâkalı olarak, sarışın manasına gelen
çeşitli adlar verilen Kıpçaklar, kaynaklarda beyaz tenli, sarı saçlı,
güzel görünüşlü insanlar olarak tasvir edilmektedirler.

Uzun süren mücadelelerden sonra Uzları batıya sürerek, XI. yüzyılın
ikinci yarısında Karadeniz'in kuzeyindeki geniş bozkırlara gelip
yerleştiler. Bu Uz (Oğuz)-Kıpçak mücadeleleri ünlü Dede Korkut
destanlarının esas konusunu oluşturur. Kıpçaklar Karadeniz'in
kuzeyindeki yeni yurtlarında, 150 yılı aşan bir süre hâkimiyet
kurmuşlar, Rus ve Balkan tarihinde derin izler bırakmışlardır.
Yaşadıkları bölge, o zamandan başlayarak, İslâm kaynaklarında Deşt-i
Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) adını alacaktır.

Kıpçaklar bir çok kere Tuna'yı geçerek Balkanlar'a ve Macaristan'a
akınlar yaptılar. Bizans ile zaman zaman savaşmakla birlikte genellikle
iyi ilişkiler kurmuşlardır. Nitekim 1091 yılında Çakan Bey ile ittifak
yapan Peçenekler'i ağır bir yenilgiye uğratarak, Bizans'ı
kurtarmışlardır. Kıpçak ülkesi, 1238-39 yılarında Altınorda Hanı Batu
han tarafından tamamen işgal edilmiştir. Kıpçakların bir kısmı
Macaristan'a çekilmişler, bir kısmı da İtil Bulgarları ile karışarak
Kazan Türklerinin oluşmasında önemli rol oynadılar. Karadeniz'in
kuzeyinde kalan Kıpçaklardan pek çoğu daha sonraki yıllarda Mısır'a
götürülmüş, bir kısmı yüksek mevkilere kadar yükselmiştir. Hatta
aralarında sultanlık mertebesine erişenler dahi olmuştur.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:29

OĞUZLAR (Uzlar)

Türk milletinin, her devirde en büyük bölümünü oluşturan Oğuzlar,
siyaset ve medeniyet sahasında da en büyük rolü oynamışlardır.
İslâmiyet'ten önce Göktürk devletini kuranlar Oğuz soyundan olduğu gibi
İslâmiyet'ten sonra, Selçuklu, Harzemşahlar, Osmanlı, Akkoyunlu,
Karakoyunlu, Safeviler gibi pek çok Türk devleti de yine Oğuz'dur. Oğuz
adı, kabile, boy manası da bulunan ok sözünden eski Türkçede çoğul eki
olan z ekiyle türetilmiştir. Oklar, boylar anlamını taşımaktadır.
Nitekim Oğuzlar, 24 boy hâlinde yaşamaktaydılar ve bu boy yapılarını
her gittikleri yere taşımışlardır.

Peçenekleri önlerine katarak, doğu Avrupa'ya yönelen Oğuzlar, kalabalık
Oğuz kütlelerinin bir kısmını oluşturmaktadır. Bunlar kaynaklarda Uz
veya Guz şeklinde adlandırılmışlardır. Ruslar ise bunlara doğrudan Türk
adını vermişlerdir. Peçeneklerin ardından ileri hareketlerine devam
eden Uzların büyük bir kısmı 1064 yılında Tuna'yı geçerek Balkanlara
geçtikleri hâlde, diğer bir kısmı da bugünkü Ukrayna'nın güneyinde
yerleşmişlerdir. Bunlardan bir kısmı Karakalpak adıyla bilinecektir .

XI. yüzyıl ortalarında Balkanlarda yurt tutan Uz topluluklarının bir
bölümü Vardar ovasındaki başka Türk unsurlarla karışarak, buranın tam
bir Türk yurdu olmasını sağlamışlardır. Uzlar'ın kalan kısmı Dobruca'da
yerleşerek, bugünkü Gagauzlar'ın temelini oluşturmuşlardır.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:30

SABARLAR

Büyük Hun Devleti'nin dağılmasından sonra, doğu Avrupa'da görülen
kalabalık Türk kavimleri arasında Sabarlar da bulunur. Kaynaklarda
Sabir, Sibir biçimlerinde de gördüğümüz Sabar adı, Türkçe sapan, yol
değiştiren, serbest manasındadır. V. yüzyılın ikinci yarısında doğudan
Juan Juan baskısı karşısında, Batı Sibirya civarındaki yurtlarını terk
ederek batıya doğru göç etmişlerdir. Ural ve Altay dağları arasındaki
geniş bozkırlarda yaşayan Onogurlar'ı da önlerine katarak, İtil-Don
ırmakları arasında ve Kafkasya'nın kuzeyinde Kuban ırmağı boyunda
yerleşirler (515). Sabarlar, bu bölgede Bizans ve Sasaniler ile temas
kurmuşlardır.Bir defasında Sasaniler ile anlaşarak Bizans'a, doğu
Anadolu eyaletleri üzerine büyük bir akın yapmışlardır (516). Bu
devirde başlarında Balak isimli hükümdarları vardı. Sabarlar, üstün
savaş teknikleri ile Bizans-Sasani mücadelesinde bazen Sasaniler'i,
bazen de Bizans'ı desteklemişlerdir.

558 yılına gelindiğinde, Göktürklerin önünden kaçan Avarlar, Bizans ile
anlaşarak Sabar devletine son vermişlerdir. V. ve VI. yüzyıllarda Batı
Sibirya ve Kafkasya'nın kuzeyinde önemli roller oynayan bu Türk
kavminin hatırasına, Sibirya adı zamanla bütün Kuzey Asya'yı ifade eder
olmuştur.

TÜRGEŞLER

Türgeşler, Batı Göktürklerinin bir koludur. İlk oturdukları bölge Altay
dağlarının güney batı etekleri idi. M.Ö-M.S. 30'da Göktürk devletinin
yıkılmasıyla güçlerini artırdılar. On boy hâlinde yaşayan Türgeşler,
657 yılından sonra Çin'in baskısı ile batıya göçüp etrafa
yayılmışlardır. Bunlardan daha kalabalık olan beş boy İli ırmağı
boylarına gelip yerleşmişlerdir . Sarı Türgeşler diye adlandırılan bu
kısmın başında Baga Tarkan bulunuyordu. Daha batıda Talas bölgesine
gelmiş olan diğer beş boy ise Kara Türgeşler adıyla bilinmektedirler.
Baga Tarkan, batıdakilerin de katılmasıyla siyasî bir birlik
oluşturmuş, güneyde ünlü bir ticaret merkezî olan Tokmak şehrini ele
geçirerek burayı da başkent yapmıştır. Şehirleşmeye büyük önem veren
Türgeşler, Türkistan'ın önemli şehirlerini ele geçirmişlerdi. Baga
Tarkan'ın kendi adına para da bastırdığını biliyoruz.

Batı sınırlarını Sir-Derya'ya kadar uzatan Türgeşler, Batı Türkistan' a
hâkim olan Müslüman Araplarla da temasa geçmişlerdir. 681 yılında
Göktürk Devletinin yeniden kurulmasıyla Türgeşler, Göktürkler'in
hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalmışlardır. 712 yılında ise Göktürk
Kağan'ı Kapagan, Türgeş Kağan'ını öldürerek onun hanedanına son
vermiştir. Ancak 717 yılında Türgeşlerin batı kesimlerinin yeniden bir
birlik oluşturduklarını görüyoruz. Artık bu dönemde daha da batıya
kaymış olan Türgeşler, önceleri Müslüman Arap ilerleyişinin önünde en
büyük engel olmuştur. Zamanla boylar arasında rekabetin artması ve iç
çekişmeler, Türgeşlerin zayıflamasına sebep olmuştur. 766 yılına
gelindiğinde Batı Göktürk sahasında hâkim olmaya başlayan Karluklar,
Türgeşlerin siyasî varlıklarına son verirler. Türgeşler, Türklerin
şehir ve kültür hayatını benimsemesinde ve batıdaki Türk nüfusunun
artmasında büyük rol oynamışlardır. Böylece sonradan Selçuklular gibi
büyük devletler kuracak olan Türk topluluklarının bilgi ve
becerilerinin artmasını sağlamışlardır. Ayrıca doğu Avrupa'da
gördüğümüz Uz, Peçenek gibi Türk kütlelerinin de temelini
oluşturmuşlardır.

KIRGIZLAR

Asya Hunları çağından beri varlıklarını bildiğimiz Kırgızlar, o dönemde
Hunlara bağlı Ting-linglerle karışık olarak yaşıyorlardı. Yenisey
ırmağı boylarında oturan Kırgızlar , 560'da Mukan Kağan zamanında
Göktürklere bağlanmışlar, Göktürk Devleti'nin 630'da yıkılmasıyla
bağımsız olmuşlardır.

Ancak 681 yılında II. Göktürk Devleti'nin kurulmasıyla, tekrar Göktürk
yönetimine girmişlerdir. Uygur Devleti'nin kurulmasından sonra, 758'de
Mayan-Çur Kağan tarafından Uygurlara bağlanan Kırgızlar, 840 yılında
şiddetli bir hücumla Uygur Devleti'ni yıkarak Orhun bölgesinde kendi
devletlerini kurmuşlardır. Ancak bir müddet sonra Kitanlar tarafından
buradan çıkarılan Kırgızlar, eski yurtlarına çekilmek zorunda
kalmışlardır. Böylece Orhun bölgesi Türk yurdu olmaktan çıkıp,
Moğolistan'ın bir parçası haline gelmiştir. Cengiz Han zamanında
Moğollar'a boyun eğen ilk Türk kavmi olan Kırgızlar, bu tarihten sonra
siyasî bir varlık gösterememişlerdir. Uzun yıllar dağınık ve göçebe
olarak yaşayan Kırgızlar, Rus ve Sovyet hâkimiyetinden sonra bugün
Kırgızistan adıyla bağımsız bir devlet hâlinde yaşamaktadırlar.
Dünyanın en uzun destanı olan Manas destanı Kırgız Türkleri' ne aittir.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:31

KARLUKLAR

Adları kar yığını manasına gelen Karluklar, Göktürklerin bir koludur.
ilk yurtları Altayların batı bölgeleri idi. Göktürk çağında Göktürklere
bağlı olarak yaşayan Karluklar, I. Göktürk Devleti'nin yıkılmasıyla
güçlerini artırmışlardır. Kapagan Kağan zamanında tekrar II. Göktürk
Devleti'ne bağlanmakla beraber Uygurlar ve Basmıllar ile birleşerek
Göktürkler'in yıkılmasında büyük rol oynamışlardır. Uygurlar ve
Karluklar'ın katılmasıyla oluşan Basmıl Kağanlığı'nın Uygurlar
tarafından yıkılması üzerine Orhun bölgesinde Uygurlar hâkimiyet
kurdular. Uygur Devleti'nin hâkimiyetini tanımak istemeyen Karluklar,
Uygur Kağan'ı Bayan-Çur karşısında tutunamayarak (747) batıya
kaymışlardır. Burada meşhur Talas Savaşı'nda (751) Türkistan üzerindeki
emellerini iyice ortaya koyan Çinliler'e karşı Müslüman Arapların
yanında yer alarak, tarihî bir rol oynamışlardır. Böylece Türkistan'da
Çin hâkimiyetinin genişlemesi durdurulduğu gibi, Türk hâkimiyeti de
güçlenmiştir. Ayrıca Türklerin İslâmiyet'le olan ilişkileri olumlu
yönde gelişmiştir. 766 yılına doğru, Batı Göktürk sahasında Türgeş
hâkimiyetine son vererek, bu sahada hâkimiyet kurmuşlardır. 840 yılında
Uygurların yıkılması üzerine Karahanlı Devleti'nin temelini
oluşturdular. Uygurlarla başlayıp, Türgeşlerle gelişen şehirleşme
faaliyetleri Karluklar tarafından devam ettirilmiştir.

KİMEKLER

Kimek adının manası kesin olarak bilinmemekle birlikte gemi sözcüğünün
ilk şeklinden geldiğine dair görüşler bulunmaktadır. Batı Göktürk
topluluklarından biri olan Kimekler, İrtiş ırmağı boylarında yurt
tutmuşlardı. Aralarında Kıpçakların da bulunduğu çeşitli boylardan
oluşan bir federasyon şeklinde yaşıyorlardı. Kimekler, önce Batı
Göktürklerine, ardından aynı sahada hâkimiyet kuran Türgeşlere
bağlandılar. Türgeş hâkimiyetinin zayıflamasıyla Kimekler, VIII.
yüzyılın ortalarında bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmışlardır.
Önceleri başlarında Tutug unvanlı biri bulunurken, devletlerinin
kurulmasından sonra bu Yabgu olarak değişmiştir. Kimekler'i meydana
getiren boylar zamanla dağılarak değişik bölgelere yayılmışlardır.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:31

KARAHANLILAR (840-1212)
Türk Tarihi Karahan
Karahanlılar, daha önceki Türk devletlerinden farklı olarak,
hükümdarların ve halkının çoğunluğunun Müslümanlığı seçtiği ilk
Türk-İslâm devletidir. Bu sebeple Türk tarihi içerisinde Karahanlıların
özel bir yeri ve önemi vardır.

Hâkaniye ve İlig-Hanlar adlarıyla da anılan Karahanlı Devleti, başta
Karluklar olmak üzere Çiğil, Yağma ve Tuhsı gibi Türk Boylarına
dayanıyordu. Karluklar, Balasagun merkez olmak üzere Yedi-su bölgesinde
bir devlet kurmuşlardı. Karluk yabgusu, bağlı bulunduğu Uygur
Hakanlığı'nın 840 yılında Kırgızlar tarafından yıkılması üzerine
istiklâlini ilân etti. Kendisini Türk hakanlarının yasal halefi sayan
yabgu Karahan unvanını aldı.

Karahanlıların ilk hükümdarı olarak Bilinen Bilge Kül Kadır Han,
Maverâünnehir'deki Sâmanî devleti ile mücadelelerde bulundu.
Oğullarından Arslan Han ulu hakan olarak Balasagun'da, Oğulcak Kadır
Han ise Talas'ta oturdular. Kadır Han 893'te başkenti Kaşgar'a
nakletti. Bu dönemde yeğeni Satuk Buğra Han Müslümanlarla temas kurdu
ve Karahanlı Devleti'nin başına geçince de İslâmiyet'i resmî din olarak
kabul etti (920). Bu tarihten sonra Abdulkerim Satuk Buğra han adıyla
anıldı. Ancak Karahanlı sınırları içersindeki halkın tamamiyle
İslâmiyet'i seçmesi Satuk Buğra Han 'ın oğlu Baytaş zamanında
gerçekleşmiştir.



Karahanlı Hükümdarı Ebu Nasr Ahmed zamanında, kardeşi İlig Nasr
tarafından Samaniler devletine son verildi (999). Ebu Nasr Ahmed Abbasi
halifesi tarafından bir İslâm hükümdarı olarak tanınan ilk Karahanlı
hanı olmuştur. Karahanlı Devleti'nin sınırları Balasagun, Özkent ve
Tarım Havzası'nın batı kısmı ile Karakurum dağları dolaylarına kadar
genişlemişti. Güneyde Gazneliler ile komşu oldular ve mücadele ettiler.
Ancak hanedan arasında çıkan anlaşmazlık neticesinde devlet Doğu ve
Batı olmak üzere ikiye ayrıldı (1042). Doğu Karahanlıların başında
Tamgaç Buğra Han; Batı Karahanlıların başında ise Ahmet Arslan Han
bulunuyordu.

Doğu Karahanlı Devleti (1042-1211): Doğu Karahanlı Devleti'nin
sınırları Kaşgar, Fergana, Balkaş gölü civarına kadar uzanmaktaydı.
Devletin merkezi zaman zaman Balasagun, Talas ve Kaşgar şehirleri
olmuştur. Doğu Karahanlı Devleti'nin ilk hükümdarı sayılan Tamgaç Buğra
Han âdil ve dindar bir kişi olarak tanınmaktaydı. Yusuf Has Hacib'in
yazdığı Kutadgu Bilig bu hükümdara sunulmuştur. Doğu Karahanlı Devleti
1090 yılında Selçuklulara bağlandı. Devlet 1133 yılında Moğol asıllı
Karahıtayların hâkimiyetine girdi. Bu durum 1211'e kadar devam etti.
Bölgenin tamamı Cengiz Han tarafından istilâ edildi.

Batı Karahanlı Devleti (1042-1212):Batı Karahanlıların sınırları batıda
Aral gölünden doğuda Çimkent ve Özkent'e kadar uzanmaktaydı. Devletin
başkenti önceleri Özkent idi. Daha sonra Semerkant ve Buhara devletin
merkezleri olmuştur. İlk hükümdarları Ahmet Arslan Han idi.

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah bir Karahanlı prensesi ile evlenerek
iki devlet arasında akrabalık kurdu ve böylece Karahanlıları kendisine
bağladı (1089). Selçukluların Katavan Savaşı'nda yenilmesiyle beraber
Batı Karahanlılar da Karahitay hâkimiyetine girmişti (1141).
Harzemşahlar bölgedeki Moğol hâkimiyetine son vermiş, son Karahanlı
hükümdarı Osman Han'ı da ortadan kaldırarak, bu devleti yıkmışlardır
(1212).
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:31

GAZNELİLER(969-1187)
Türk Tarihi Gazne
Gazneliler Devleti adını, Doğu Afganistan'da bulunan başkentleri
Gazne'den almaktadır. Ayrıca hükümdarlık hanedanının kurucusundan
dolayı Sebük-teginliler veya lâkaplarından dolayı Yemînîler diye de
anılırlar.

Sâmanoğulları Devleti'nin (819-1005), dağılmaya başladığı sırada, bu
devlette komutanlık ve valilik yapan Türkler, bazı bölgeler de
hâkimiyet kurmuşlardı . Bunlardan biride Horasan Emiri Alp-Tegin'dir.
Alp-Tegin Doğu Afganistan'daki Gazne şehrini ele geçirerek, Gazneli
Devleti'nin ilk temellerini atmıştır 963). Alp-Tegin'in ölümünden sonra
yerine geçen oğulları aynı başarıyı gösteremeyince, Türkler
Alp-tegin'in komutanlarından Sebük- tegin'i başa geçirdiler (977).
Sebük-tegin 'in başa geçmesiyle, Gazneliler Devleti hükümdarlığın
babadan oğula geçtiği bir hanedanın idaresine girmiştir. Nitekim
Sebük-tegin'in ölümüyle birlikte tahta oğlu Mahmut geçti. Gazneli
Mahmut zamanında, devlet en parlak devrini yaşadı.

Türk tarihinde sultan unvanını ilk defa Gazneli Mahmut kullanmıştır.
Gazneli Mahmut 1001-1027 tarihleri arasında Hindistan'a 17 sefer
düzenleyerek, Kuzey Hindistan'ı topraklarına kattı. Bölge İslâmlaştı ve
böylece Pakistan devletinin temeli atılmış oldu.

Gazneli Mahmut'un ölümü üzerine (1030) yerine geçen Sultan Mesut,
babası gibi dirayetli değildi. Selçuklu tehlikesinin artmasına rağmen,
O Kuzey Hindistan'a sefer düzenlemişti. Nihayet Dandanakan Savaşı'nda
Selçuklular karşısında büyük bir yenilgiye uğradı. Topraklarını
kaybederek Hindistan'a çekilmeye mecbur kaldı. Sultan İbrahim zamanında
devlet Selçuklu hâkimiyetine girdi (1059). Afgan asıllı Gurlular, 1187
tarihinde Gazneli Devleti'ni ortadan kaldırdılar.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:32

BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ
Türk Tarihi Selcuklu
Batı Türklüğünün en kalabalık ve güçlü kesimi olan Oğuzlar , II.
Göktürk Devleti ve Uygur Kağanlığı zamanında daha batıya göç etmek
zorunda kalmıştı. IX. ve X. yüzyıllarda gerçekleşen ikinci göçte, Guz
adıyla anılan bir kısım Oğuz kitleleri Doğu Avrupa'ya kadar ilerlemiş,
asıl kitle ise Seyhun nehri civarında kalmıştır .

Seyhun bölgesine gelen Oğuzlar, X. yüzyılda kışlık merkezleri Yenikent
olan bir siyasî teşkilât oluşturmuşlardır. Başkanlarına Yabgu denildiği
için bu devlete de Oğuz Yabgu Devleti adı verilmiştir. Devletin
sınırları Seyhun'dan Hazar Denizi'ne kadar uzanmaktaydı.

Ancak Oğuz Yabgulularında asıl siyasî ve askerî güç yabgudan çok
sübaşı, yani ordu komutanının elindeydi. Selçuklu Devleti'ne adını
veren Selçuk Bey ve babası Dukak da sübaşı görevinde olup, Oğuz yabgusu
ile aralarında gizli bir mücadele söz konusuydu. Nitekim kaynaklarda
adı belirtilmeyen Oğuz yabgusu, bir Türk zümresi üzerine sefer yapmak
isteyince sübaşı Dukak bu sefere itiraz etmiş ve bu yüzden aralarında
kavga olmuş ve gizli mücadele böylece gün yüzüne çıkmıştır. Bu olay
Dukak'ı sübaşılıktan etmişse de, onun ve ailesinin Oğuzlar arasındaki
itibarını artırmıştı. Nitekim ölümünden sonra oğlu Selçuk da sübaşılık
görevine getirilmiş, devletin askerî gücünü eline geçirmişti. Sübaşı
Selçuk ile yabgunun arası da açılmış, hem bu yüzden hem de yer ve otlak
darlığı yüzünden, Selçuk ve emrindekiler Maverâünnehir'e göç etmek
zorunda kalmışlardır.

Selçuk Bey'in, Seyhun nehri kenarındaki Cent şehrine göçü (960)
Selçuklu Devleti'nin ortaya çıkmasını sağlayacak önemli bir gelişmedir.
Cent'te halkın büyük bir kısmı Müslüman idi. Selçuk ve kendine bağlı
olanlar, eski inanışlarıyla benzerlik gösteren bu dine sıcak
bakıyorlardı. Kısa bir süre sonra İslâmiyet'i kabul ettiler. Böylece
siyasî ve sosyal yönden de yeni bir kimliğe ve güce sahip olmuşlardı.
Nitekim Selçuk Bey, Oğuz yabgusunun yıllık vergiyi almak için
gönderdiği memuru, kafire haraç verilmeyeceğini söyleyerek Cent'ten
kovdu. Müslüman olmayan Oğuzlarla mücadele etmekten kaçınmadı. Böylece
İslâm ve Türk dünyasında şöhreti gittikçe yayıldı.

Müslümanlığı kabul eden Oğuz kitlelerinin kendisine katılmasıyla Selçuk Bey, gücünü her geçen gün daha da artırmaktaydı.

Sayılarının gittikçe artması üzerine Selçuk Bey , Samaoğulları
hükümdarından kendilerine yeni bir yurt gösterilmesini istedi. Buhara
yakınlarındaki Nûr kasabası yurtluk olarak gösterildi. Seyhun'u geçen
Oğuzlar, Nûr kasabasına yerleşti. Buna karşılık Karahanlılarla çarpışan
Samanoğullarına yardım edildi. Ancak Samanoğulları Devleti kısa bir
süre sonra yıkıldı (999). Ülke Karahanlı ve Gazneliler tarafından
paylaşıldı. Yüz yaşını geçmiş olan Selçuk Bey 1009 tarihin de Cent'te
vefat etti.

Selçuk Bey'in 4 oğlu vardı: Mikâil, Arslan (İsrail), Yusuf ve Musa. En
büyük oğlu Mikail babası hayatta iken bir savaşta ölmüştü (998). Bu
sebeple Tuğrul ve Çağrı adındaki iki oğlunu Selçuk Bey yetiştirmiştir.
Yabgu unvanını taşıyan Arslan, babasının ölümü üzerine başa geçti.
Diğer kardeşi Musa ise onun yardımcısı durumundaydı.

Arslan Yabgu, Maverâünnehir'i ele geçiren Karahanlılarla mücadele etti.
Karahanlılara karşı isyan eden Ali Tegin ile ittifak kurdu. Buhara'yı
ele geçirdiler. Bu güç birliğine karşı Gazneli Sultan Mahmut ve
Karahanlı Yusuf Kadır Han anlaşmaya vardılar. Gazneli Mahmut, görüşmek
isteği ile yanına çağırdığı Arslan Yabgu'yu tutukladı ve Hindistan'ın
kuzeyindeki Kalincar Kalesi'ne hapsetti (1025). Arslan Yabgu 7 sene
kaldığı bu kalede öldü(1032).Tuğrul ve Çağrı Beyler, amcaları Arslan
Yabgu'nun tutuklanması üzerine fiilen Oğuzların liderleri durumuna
geldiler (1025) .



Ancak geleneğe uygun olarak diğer amcaları Musa'yı yabgu ilân ettiler.
Arslan Yabgu'nun ölümünden sonra Selçuklularda kısa süren bir
dağınıklık yaşandı . Arslan Yabgu'ya bağlı Türkmenlerin bir kısmı,
Gazneli Mahmut'un izniyle Horasan' a geçti. Bunlar ileride
Selçukluların Irak ve Horasan kolunu oluşturacaklardır. Arslan Yabgu
ile ittifak kurmuş olan Buhara hâkimi Ali Tegin, Tuğrul ve Çağrı
Beylerin kendine bağlı kalmasını istiyordu. Buna karşı çıkan Tuğrul ve
Çağrı Beyler ile Ali Tegin arasında şiddetli muharebeler cereyan etti.
Selçuklular Harezm bölgesine çekilmek zorunda kaldı. Gazneli Valisi
Harezmşah Altuntaş'ın gösterdiği bölgeye oturdular (1030 ). Ancak daha
sonra, artan Gazneli tehlikesine karşı Selçuklular, Ali Tegin ve Harezm
valisi ile ittifak kurdular. Harezm'de Cent Hâkimi Şah Melik tarafından
7-8 bin Türkmen'in öldürüldüğü korkunç baskın(1034), ve müttefikleri
Harzemşah Harun ve Ali Tegin'in ölümleri (1035) üzerine, Selçuklular
Horasan'a geçmek zorunda kaldılar.

Tuğrul ve Çağrı Beylerin beraberlerinde Musa Yabgu ve İbrahim Yınal
kuvvetleri olduğu hâlde, Gazneli hâkimiyetindeki Horasan'a girişleri,
Gazneli sultanı Mesut'u oldukça telâşlandırdı. Çünkü daha önce bu
bölgeye gelen Türkmenler, Gaznelileri çok uğraştırmıştı. Bu sebeple
Gazneli Mesut büyük bir ordu hazırladı. Ancak Nesa yakınlarında yapılan
savaşta Selçuklular bu orduyu ağır bir yenilgiye uğrattı (Haziran
1035). Gazneli Mesut, Selçuklulara bazı bölgeleri bırakmayı kabul etti.
Fakat Selçukluların kazandığı zaferi duyan Oğuz kitleleri bölgeye
akmaya başlamıştı. Bu durum karşısında Gaznelilerden yeni bölgeler
istendi. Bu isteği geri çeviren Gazneli Mesut, Selçukluların üstüne
yeniden bir ordu gönderdi. Serahs yakınlarında yapılan savaşta
Selçuklular yine büyük bir zafer kazandı (Mayıs 1038). Horasan'ın
tamamı Selçuklu hâkimiyetine geçti. Selçuklular bağımsızlıklarını ilân
ederek ilk idarî düzenlemeleri yaptılar. Tuğrul Bey ele geçirilen
Nişapur'u devlet merkezi ilân etti.

Dandanakan Savaşı ve Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu

Horasan'ı kaybeden Gazneli Sultanı Mesut, Selçuklulara kesin bir darbe
indirmek için ordusunun başına geçti. Sefer esnasında katılanlarla
birlikte Gazneli ordunun mevcudu 100 bine ulaşmıştı. Selçuklu
kuvvetleri ise ancak 20 bini bulan hafif süvarilerden oluşmaktaydı. Bu
dengesizlik sebebiyle Selçuklu ordusu yıpratma savaşı vermeyi uygun
bulmuştu. Bu sebeple ordu çöllere doğru çekildi. Nişapur'a giren
Gazneli Mesut, Selçuklu ordusunu takibe koyuldu. Selçuklu birliklerinin
vur-kaç taktiği ile iyice yıpranan Gazne ordusuna karşı meydan savaşı
yapma zamanının geldiğine karar veren Çağrı Bey nihayet Merv
yakınındaki Dandanakan Hisarı önünde Gaznelileri karşıladı. Üç gün
süren savaş sonucunda Gazneli ordusu ağır bir yenilgiye uğratıldı
(22-24 Mayıs 1040). Gazneli Mesut beraberindeki 100 kadar atlı ile
ancak kaçabildi ise de Hindistan'a giderken kendi adamları tarafından
öldürüldü.

Dandanakan Savaşı, Selçuklular için bir dönüm noktası olmuştur. Aslında
Serahs Savaşı'yla fiilen kurulmuş olan devlet, bu savaş neticesinde
hukuken bağımsızlığını kazanmış, bölge ülkeleri ve halife Selçuklu
devletini tanımıştır. Böylece bölgedeki en büyük güç hâline gelen
Selçuklular, Türkleri bir bayrak altında toplamaya başlayacak ve
İslâmiyet'in öncülüğünü üstleneceklerdir.

Dandanakan Savaşı'nın hemen ertesinde Tuğrul Bey Selçuklu Sultanı ilân
edildi. Merv'de yapılan kurultayda devlet teşkilâtı düzenlendi.
Selçuklu ülkesi ve ele geçirilmesi plânlanan memleketler Selçuklu
hanedanına mensup üç lider arasında taksim edildi. Buna göre merkezi
Merv olmak üzere Ceyhun ve Gazne arasındaki bölge Çağrı Bey'e; Herat
merkez olmak üzere Bust -Sistan arazisi Musa Yabgu'ya verildi. Tuğrul
Bey Sultan unvanı ile başkent Nişapur'da kaldı, Irak kendisine
bağlandı. Çeşitli bölgelere gönderilen diğer hanedan üyeleri de Sultan
Tuğrul'un emrine verildi. Bunlar daha sonra Büyük Selçuklulara bağlı
kalmakla beraber kendi devletlerini kurdular.

Hanedan üyeleri kendilerine ayrılan toprakları birer birer zapt
ediyordu. Doğuda yapılan seferlerde Çağrı Bey Gaznelileri tamamen
Horasan'dan çıkardı, Belh şehrini ele geçirdi. Karahanlıları barış
yapmak zorunda bıraktı. Çağrı Bey'in oğlu Yakutî Hint denizi
kıyılarındaki Mekran'ı aldı. Diğer oğlu Kara Arslan Kavurd ise
Buveyhîler'in hâkimiyetindeki Kirman'ı , Hürmüz Emirliği'ni ve Umman'ı
Selçuklu idaresine bağladı. Tuğrul ve Çağrı Beylerin birlikte çıktığı
seferde Harezm bölgesi tamamen Selçuklulara geçti. (1043)



Tuğrul Bey İran'daki birçok bölgeyi bizzat çıktığı seferle ele geçirdi.
Tuğrul Bey'in üvey kardeşi İbrahim Yınal, İran'ın en önemli
merkezlerinden Rey şehrini zapt etti ve Tuğrul Bey'i buraya davet etti.
Tuğrul Bey, fetih bölgelerine daha yakın olması sebebiyle Nişapur' u
bırakarak, Rey'i devletin yeni başkenti yaptı .(1042)

Tuğrul Bey zamanında Bizans ve Gürcülere karşı da büyük başarılar
sağlanmıştı. Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış ve İbrahim Yınal,
Bizans-Gürcü kuvvetlerini Pasinler Savaşı ile büyük bir hezimete
uğrattılar (1048). Bu savaşta Gürcü Kralı Liparit esir edilmiş;
İstanbul'daki yıkık bir caminin onarımı ve Tuğrul Bey adına burada
hutbe okunması şartıyla serbest bırakılmıştır. 1054 yılında Tuğrul Bey
Azerbaycan'daki mahallî hükümdarları itaat altına aldıktan sonra
Anadolu'ya yönelmiş ve Malazgirt'i kuşatmıştır. Ancak kışın yaklaşması
üzerine geri dönmüş, Yakutî'yi Anadolu akınlarını devam etmekle
görevlendirmiştir. Tuğrul Bey, Abbasi Halifesi Kaim bi-Emrullah'ın
isteği üzerine, Şiî Büveyhoğullarının tehdidi altındaki Bağdat'a 1055
ve 1058'de iki kez girmiş ve böylece "doğunun ve batının hükümdarı"
unvanını bizzat halifeden alarak, Selçukluların İslâm dünyasının
koruyucu liderliğini üstlendiğini kabul ettirmiştir.Devletin
kuruluşunda önemli rol oynayan Çağrı Bey 1060'ta ve Sultan Tuğrul Bey
ise 1063'de öldü. Çağrı Bey cesareti ve kumandanlığı, Tuğrul Bey ise
adaleti ve siyasî zekâsıyla, II. Göktürk Devleti'ndeki Bilge ve
Kül-Tigin kardeşleri hatırlatan büyük şahsiyetlerdir.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:32

Tuğrul Bey' in çocuğu yoktu.Bu sebeple Selçuklu tahtına Çağrı Bey'in
büyük oğlu Süleyman'ı vasiyet etmişti. Ancak Çağrı Bey'in diğer oğlu
Alp Arslan bunu kabul etmedi. Henüz çocuk yaştayken babasını temsil
eden Alp Arslan, Karahanlı ve Gaznelilere karşı başarılar elde etmiş,
onları itaate zorlamıştı. Bu sebeple Selçuklu tahtının hakkı olduğunu
düşünüyordu. Aynı zamanda Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış da kendini
sultan ilân etmişti. Askerlerin desteklediğini alan Alp Arslan,
Kutalmış'ın isyanını bastırdı ve Rey'de tahta çıktı. Nizamülmülk'ü
vezirliğe getirdi (1064).

Alp Arslan, devlet nizamını sağlar sağlamaz Azerbaycan ve Anadolu
üzerine sefere çıktı. Tuğrul ve Çağrı Beyler, henüz devlet kurulmadan
bu bölgelere akınlar düzenlemişler, kalabalık Türkmen kitleleri batıya
yönelmişlerdi. Bu sebeple Alp Arslan, yeni fetih alanı olarak
Anadolu'yu seçmiştir. Alp Arslan Azerbaycan ve Kafkasya'da birçok
kaleyi ele geçirdikten sonra Doğu Anadolu'ya girdi. Hıristiyanlığın
doğudaki en güçlü kalesi olan Ani'yi şiddetli bir kuşatmadan sonra ele
geçirdi. Ardından Kars'a girdi (1064).1065 yılında, atalarının ilk
yerleştiği şehir olan Cend'e gitti ve Kıpçakları hâkimiyeti altına
aldı. Kirman Meliki Kavurd'un isyanını da bastıran Alp Arslan, böylece
devletin doğu sınırlarının emniyetini sağlayarak, bütün gayretini
Anadolu'ya sarf etmeye başladı.

Sultan Alp Arslan Azerbaycan üzerinden Malazgirt'e gelerek burayı kısa
sürede ele geçirdi . Ardından Ahlat, Meyafarikin (Silvan), Amid
(Diyarbakır) ve havalisini fethetti .



Sultan, Abbasi halifeliğini tehdit eden Mısır Fatimî Devleti'ne karşı
sefere hazırlandığı sırada Bizans İmparatoru Romen Diyojen'in Doğu
Anadolu'ya ilerlediğini öğrendi. Şam'a yürümekten vazgeçen sultan,
hızla geri döndü ve Malazgirt'te Bizans ordusunu ağır bir yenilgiye
uğrattı. Bu savaş sonuçları itibarıyla Dandanakan'dan sonra cereyan
eden en önemli meydan savaşıdır. Bu savaştan sonra Türkler için
Anadolu'da yeni bir dönem başlar.Sultan Alp Arslan, Malazgirt'ten sonra
çıkan karışıklıkları bastırmak amacıyla Maverâünnehir üzerine sefere
çıkar. Ancak burada esir alınan bir kale komutanı tarafından
hançerlenir ve 25 Kasım 1072'de vefat eder .

Alp Arslan, kendinden sonra tahta geçmesi için oğlu Melikşah'ı veliaht
olarak hazırlamıştı. Nitekim Alp Arslan'ın ölümü üzerine Melikşah henüz
18 yaşında iken sultanlığa getirildi (1072). Melikşah öncelikle
sınırlara tecavüz eden Karahanlı ve Gazneliler'i yenerek, barışa
zorladı. Ardından amcası Kavurd'un isyanını bastırdı (1073).

Devlet merkezi Rey'den daha güneydeki İsfahan'a taşındı. Bizans'ın
Malazgirt'ten sonra anlaşmaya uymamaları üzerine Anadolu akınları
hızlandırıldı. Kutalmış'ın oğulları ve bazı Türkmen reisleri Batı
Anadolu'ya kadar akınlar düzenlediler. Bu arada Türkmen liderlerinden
Atsız Suriye'yi ele geçirdi. Kudüs şehri Fatımîlerden alındı. Melikşah,
kardeşi Tutuş'a Suriye'nin idaresini verdi (1078).

Anadolu fatihlerinden Artuk Bey, Melikşah'ın emriyle Arabistan
Yarımadası'ndaki Hicaz, Yemen ve Aden'i Selçuklu topraklarına kattı.

Melikşah 1087'de çıktığı sefer sonucunda Karahanlıların doğu kolunu da
hâkimiyeti altına aldı. Sultan Melikşah henüz 38 yaşında iken
zehirlenerek öldü ( 1092).

Melikşah zamanında Büyük Selçuklu Devleti en geniş sınırlarına
ulaşmıştır. Bu sınırlar, batıda Anadolu ve Mısır'dan, doğuda Balkaş ve
Isık gölüne; kuzeyde Kafkaslardan güneyde Arabistan Yarımadası'na kadar
uzanmaktaydı.





Büyük Selçuklu Devleti'nin Dağılışı

Melikşah döneminde Selçuklu Devleti en parlak yıllarını yaşamıştır.
Ancak Melikşah'ın ölümünden sonra gelişen bazı olaylar devletin gücünü
kırar. Büyük Selçukluların dağılışını hızlandıran gelişmeleri şöyle
sıralayabiliriz :

Haçlı Seferleri: Türklerin Anadolu'yu fethi ve Bizans'ı tehdit etmesi,
Kudüs'ün Müslümanların eline geçmesi gibi sebepler, Hristiyan dünyasını
ortak hareket etmeye yöneltmişti. Melikşah'ın ölümüyle başlayan taht
mücadelelerini fırsat bilen Hristiyanlar, haçlı seferlerini başlattılar
(1096). Suriye ve Filistin'in büyük bölümü Haçlıların eline geçti.

Bâtınîlik Hareketleri: Mısır'daki Şiî Fatımîler, Selçuklu Devleti'ni
zayıflatmak ve kendi propagandalarını yapmak için adamlar
yetiştiriyordu. Bu kişiler İslâmiyet'le tamamen ters düşen inanışlar
taşıdıklarından Bâtınî adıyla anılmışlardır. Bunlardan biri de Hasan
Sabbâh'dır.

Cahil kitleler arasında taraftarını artıran bu kişi Hazar'ın güneyinde
yer alan Alamut kalesini ele geçirmiş ve burayı üs olarak kullanmıştır
(1090). Haşhaş gibi uyuşturucularla kendine bağladığı fedaîler
vasıtasıyla, devletin ileri gelenlerine suikastlar tertip etmişlerdir.
Nitekim Melikşah'ın ünlü veziri Nizamülmülk de bu fedaîler tarafından
öldürülmüştür.

Melikşah bu kötülük yuvasını yıkmak için Türkmen reisi Kızıl Sarıg'ı
Alamut'a yollamış, fakat sultanın ölümü üzerine kuşatma kaldırılmıştır.
Batınîlik hareketi XIII. yüzyıl ortalarına kadar faaliyetine devam
etmiştir.

İç Mücadeleler: Selçuklu Devleti'nin dağılmasında esas rol oynayan,
kendi aralarındaki mücadeleler olmuştur. Taht kavgaları, bağlı
beyliklerin bağımsızlığını ilân ederek birbirleriyle mücadele etmeleri
ve isyanlar ülkenin düzenini bozmuştur .

Melikşah'ın ölümü üzerine Selçuklu tahtına oğlu Berkyaruk geçmişti
(1092). Fakat Suriye Selçuklu Meliki Tutuş yeğeninin hükümdarlığını
kabul etmeyerek, taht üzerinde hak iddia etti. Tutuş, Berkyaruk ile
yaptığı savaşı kaybetti ve öldü (1095). Bu zafere rağmen Bâtınî ve
Haçlı hareketleri karşısında başarılı olamayan Berkyaruk, henüz 25
yaşında iken öldü (1104). Berkyaruk'tan sonra Selçuklu tahtına kardeşi
Mehmet Tapar geçti (1104-1118) . Haçlılar ve Gürcülere karşı bazı
başarılar kazanıldıysa da iç mücadeleler birliğin sağlanmasını
engelliyordu.

Mehmet Tapar'ın ölümünden sonra tahta oğlu Mahmut geçmişti. Melikşah'ın
diğer oğlu Horasan Meliki Sencer kendini sultan ilân etti ve Mahmut'u
himayesine aldı (1119). Böylece Sencer büyük sultan olurken, Mahmut
Irak Selçuklu Sultanı olarak kalıyordu. Selçuklu başkentini Merv'e
taşıyan Sultan Sencer, Büyük Selçuklu Devleti'nin son büyük
hükümdarıdır. Onun zamanında devlet tekrar eski gücünü toparlamaya
başlamıştır. Bu sebeple Sultan Sencer zamanı için ikinci imparatorluk
devri adı verilir.

Sultan Sencer henüz Horasan meliki iken Gaznelileri ve Karahanlıları,
1121'de ise Afganistan'daki Gurlu Devleti'ni kendine bağlamıştır.
Ayrıca Selçuklu ülkesinin tamamında hâkimiyet kurarak birliği
sağlamıştı. Fakat 1141 yılında doğudan gelen Kara-Hıtaylar 'a karşı
yaptığı Katavan Savaşı'nda yenilince itibarını kaybetti. Maverâünnehir
Kara-Hıtayların eline geçti . Ülkede tekrar otorite boşluğu doğdu.
Nitekim İran asıllı memurların fazla vergi istemesi üzerine, devletin
asıl unsuru olan Oğuzlar (Türkmenler) isyan ettiler, daha fazla toprak
istediler. Sultan Sencer soydaşı olduğu Oğuzlara esir düştü (1153).
Oğuzlar Horasan bölgesini ellerine geçirdiler. Sultan Sencer serbest
bırakıldı. Fakat bir müddet sonra öldü. Sencer'in ölümüyle Büyük
Selçuklu Devleti fiilen son bulmuştur (1157).Büyük Selçuklu Devleti,
Karahanlılar ve Gazneliler ile başlayan Türk-İslâm devlet geleneğini
sağlam temellere oturtan ilk büyük cihan devletidir. Daha sonra kurulan
Türk devletlerine her açıdan örnek olmuşlardır .

Büyük Selçuklulara Bağlı Devletler

Dandanakan Savaşı'ndan sonra yapılan kurultayda ülkenin çeşitli
bölgelerine hanedan üyelerinin idareci olarak gönderildiğini
belirtmiştik. Gönderildikleri bölgelerde, devlete bağlı kalmak şartıyla
kendi idaresini kuran bu kişiler, Melikşah'ın ölümünden sonra (1092)
bağımsızlıklarını ilân etmeye başlamışlardır. Bu dönemde ülke dörde
bölünmüştür: Irak ve Horasan, Kirman, Suriye ve Anadolu.



Irak ve Horasan Selçukluları (1092-1194)

Irak ve Horasan Selçuklu Devleti'nin merkezi durumundaydı. Sultan
Mehmet Tapar'dan sonra Selçuklu tahtına geçen oğlu Mahmut tahta geçtiği
sırada amcası Sencer Horasan meliki idi. Sencer Mahmut'u tahttan
indirdi ve himayesine aldı. Mahmud, merkezi Hemedan olan Irak Selçuklu
Devleti sultanlığına getirilirken, Sencer büyük sultan sıfatıyla
Horasan'daki Merv'de tahta oturdu. (1119) Irak Selçukluları,
Azerbaycan'dan Fars bölgesine, Horasan Selçukluları ise
Maverâünnehir'den Afganistan'a kadar uzanan bölgeleri içinde
barındırmaktaydı. Irak Selçuklularının son sultanı III. Tuğrul devrinde
yönetim aslında atabeylerin eline geçmişti. Sultan Tuğrul'un Harezmşah
Tekiş'e yenilmesiyle Irak Selçuklularının toprakları Harzemşahlara
geçti (1194).
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:32

Kirman Selçukluları ( 1092-1187)

Çağrı Bey'in oğlu Kavurd , Selçukluların Kirman kolunun başı idi.
İran'ın güneyinde yer alan Kirman'dan başka Fars, Hürmüz ve Umman'ı da
zapt etmişti. Birkaç kez isyan eden Kavurd Sultan Melikşah tarafından
boğdurulmuştu. Yerine geçen oğulları Selçuklulara bağlı kaldılar. Bir
ara Gurlular'ın hâkimiyetine giren Kirman Selçuklularına Oğuz Başbuğu
Dînar tarafından son verilmiştir (1187).



Suriye Selçukluları ( 1092-1117)

1077 yılından beri Suriye Selçuklu meliki olan Tutuş, kendini sultan
ilân ederek, Berkyaruk'un üzerine yürümüş, fakat yenilmişti (1095).
Oğullarından Rıdvan Halep'te, ve Dokak Şam'da hâkimiyetlerini ilân
ettiler. Halep hakimi Rıdvan Haçlılarla mücadele etti. Bir ara
sınırlarını Güney Anadolu'ya kadar genişletti. 1117'ye gelindiğinde her
iki bölgede de hâkimiyet, atabeylerin eline geçmişti.



Türkiye Selçukluları (1075-1308)

Türkiye Selçukluları kolu, Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış'ın
neslindendir. Kutalmış'ın oğlu Süleyman Şah 1075'te İznik'i almış ve
oğlu I. Kılıçarslan burada hükümdarlığını ilân etmiştir (1092). Daha
sonraları Konya başkent olmuştur. Türkiye Selçukluları İlhanlılar
tarafından ortadan kaldırılmıştır (1308).

Atabeylikler

Ülke idaresini öğrenmek için çeşitli bölgelere gönderilen şehzadeleri
eğitmek ve onlara vekillik etmekle görevlendirilen tecrübeli
komutanlara atabey denilmektedir. Atabeyler Selçuklu Devleti'nin
zayıfladığı zamanlarda bölgedeki gücünü ve nüfuzunu artırarak, idareyi
tamamen ellerine geçirmişlerdir. Böylece atabeylik adı verilen
sülâleler ortaya çıkmıştır. Büyük Selçuklular zamanında ortaya çıkan
atabeylikler şunlardır:

Salgurlular (1147-1284)

Oğuzların Salgur (Salur) boyundan Atabey Sungur tarafından kurulmuştur.
Güney İran'daki Fars bölgesinde kurulduğu için Fars Atabeyliği olarak
da bilinir. Merkezi Şiraz idi. İlhanlıların hâkimiyetinden sonra
1284'te sülâle sona ermiştir.

İldenizoğulları (1146-1225)

İldenizliler veya Azerbaycan Atabeyliği de denir. Kıpçak Türklerinden
Şemseddin İl-deniz'in kurduğu Atabeyliğin merkezi Tebriz idi. Zamanla
çok güçlenen ildenizliler, Azerbaycan'dan başka bütün Irak'a, Hemedan
ve İsfahan'a da hâkim oldular. Celâlettin Harzemşah 1225'de Tebriz'i
ele geçirince bu atabeylik sona ermiş oldu.

Beg-Teginoğulları (1146 -1232)

Musul Atabeyi Zengî'nin valilerinden Beg-tegin oğlu Zeyneddin Ali Küçük
tarafından kurulmuştur. Merkezi Erbil olup, Şehr-i Zor, Hakkari, Sincar
ve Harran atabeyliğin sınırları içerisindeydi. Ülkeyi 44 yıl başarıyla
yöneten Kök-Böri, Anadolu Selçuklularına bağlıydı. Ölünce, vasiyeti
gereği Erbil Abbasi halifeliğine verildi (1225).

Böriler (Şam Atabeyliği) (1128-1154)

Suriye Selçukluları'nın Şam kolu, Atabey Tuğtekin tarafından
yönetiliyordu. Oğlu Tacü'l-mülk Böri babasının ölümü üzerine idareyi
ele aldı. Pek güçlü olmayan bu atabeylik, Zengî Atabeyi Nureddin Mahmut
tarafından ortadan kaldırıldı (1154).

Zengîler (1127-1259)

Melikşah'ın Halep Valisi Ak-Sungur'un oğlu İmadeddin Zengi'nin Musul
valiliğine getirilmesiyle kuruldu (1127). Haçlılara karşı verdikleri
mücadelelerle öne çıkmışlardır. İmadeddin Zengî, Haçlılardan Urfa'yı
alınca Avrupalılar II. Haçlı Seferi'ni düzenlemişlerdir (1137).
Zengî'nin ölümünden sonra atabeylik Musul ve Halep olmak üzere iki kola
ayrıldı (1146). Halep'teki oğlu Nureddin Mahmut haçlı kontluklarına
karşı başarılı mücadeleler verdi. Şam'daki Börileri kendine bağladı.
Haçlılarla iş birliği yapan Mısır Fâtımî Devleti'ni ortadan kaldırdı
(1171). Nureddin Mahmut ölünce atabeylik Eyyûbî ailesine intikal etti
(1174). Nihayet 1259'da İlhanlılar atabeyliğin tamamını işgal ettiler.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:33

İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ

HARZEMŞAHLAR (1097-1231)

Ceyhun ırmağının Aral gölüne döküldüğü yerin güney kesimleri Harezm
(Harzem) adıyla anılır. Öteden beri burada hüküm sürenlere Harzemşah
(Harezmşah) denilmiştir .Harzemşahlar sülâlesinin atası Anuş-Tegin
isminde, Begdili Türk zümresine mensup bir kişidir. Anuş- tegin
Selçuklu Sultanı Melikşah'ın saray hizmetinde bulunuyordu. Oğlu
Kudbeddin Muhammed, Selçuklulara bağlı kalarak, Harzemşah unvanı ile bu
bölgenin valiliğini üstlenmiştir (1097-1128). Daha sonra başa geçen
Atsız ve İl-Arslan devirlerinde hem Irak Selçukluları hem de
Kara-Hıtaylarla mücadele edildi. Nitekim İl-Arslan, Sultan Sencer'in
ölümü üzerine bağımsızlığını ilân etti (1157).

Harzemşahların en büyük hükümdarı Alaaddin Tekiş'tir (1172 -1200).
Tekiş, önce Kara-Hıtaylar'ı, ardından son Selçuklu Hükümdarı II.
Tuğrul'u yendi. Harzemşahlar kısa sürede sınırlarını Doğu Anadolu'dan
Maverâünnehir'e kadar genişlettiler. Âdeta Selçuklu devletinin vârisi
oldular. Karahanlı ve Kara-hıtay devletlerine son verdiler. Ancak bu
parlak dönem uzun sürmedi. 1220'de bütün ülke Cengiz Moğolları'nın
istilâsına uğradı. Celâleddin Harzemşah devleti yeniden toparlamak için
uğraştıysa da başarılı olamadı. Ölümü üzerine Harzemşahlar Devleti
tamamen ortadan kalktı (1231).



EYYUBİLER (1171-1348)

Haleb Atabeyi Nureddin Mahmut'un komutanlarından Selâhaddin, Haçlılarla
işbirliği yapmakla Mısır'daki Fatımî devletine son vermişti (1171).
Burada güçlü bir idare kuran Selahaddin, Nurettin Mahmut'un ölümünden
sonra bağımsızlığını ilân etti (1174). Kurduğu devlet babasının adından
dolayı Eyyûbîler olarak bilinir.

Selahattin Eyyûbî, emrinde bulunan Türk askerleriyle beraber Haçlılara
karşı çetin mücadeleler verdi. Ünlü Hıttîn savaşı ile Haçlıları
Kudüs'ten çıkardı ve İslâm dünyasında bir efsane hâline geldi (1187).
Nitekim bir Arap şairi Selahattin Eyyûbî'nin Halep'i de alması üzerine
"Arap milleti, Türklerin devletiyle yüceldi. Ehl-i Salib (Haçlılar)
davası Eyyûb'un oğlu tarafından perişan edildi" demiştir.

Eyyûbî Devleti'nin sınırları kısa sürede Mısır, Suriye, Güneydoğu
Anadolu ve Arabistan'ın güneyine kadar genişledi. Ancak Selahattin
Eyyûbî'nin ölümü üzerine devlet hanedan üyeleri tarafından
paylaşıldı(1193). Mısır'daki asıl kol, ordu komutanlarından Aybeg
tarafından yıkıldı ve yerine Memlûkler devleti kuruldu (1250). Hama
kolu ise 1348'e kadar varlığını devam ettirmiştir.



MEMLÜKLER (1250-1517)

Memlûk kelime manasıyla beyaz köle demektir. Ancak bu söz zamanla bir
terimi ifade eder olmuştur. Savaş esiri veya satın alınanların
oluşturduğu hükümdarın muhafız birliklerine bu isim verilmiştir. İlk
defa Abbasi halifeleri Türk asıllı Memlûkleri kullanmış, zamanla bunlar
güçlenerek kendi devletlerini kurmuşlardır. Mısır'da kurulan
Tolunoğulları ve Ihşidîler böyle ortaya çıkmışlardır.

İşte Mısır' da kurulan Memlûk Devleti'nin kurucusu İzzettin Aybeg de,
Memlûk adı verilen askerî komutanlardan biriydi. Eyyûbîlerin son
hükümdarı ölünce tahta, karısı Şecerüddür geçmişti. Ancak bu durum hoş
karşılanmadığından komutanlardan İzzettin Aybeg ile evlendi. Ordu,
İzzettin Aybeg'i sultan ilân etti. Böylece Eyyûbî hanedanına son
verilmiş oluyordu (1250).Memlûkler, Haçlıları ve o zamana kadar
yenilemeyen Moğolları durdurarak İslâm dünyasının koruyuculuğunu
üstlenmişlerdir. Aybeg'den sonra tahta çıkan Kotuz, Moğol-Ermeni ve
Haçlı müttefik ordusunu Ayn-Câllûd Savaşı'nda bozguna
uğratmıştır(1260). Bir Kıpçak Türk'ü olan Baybars, Suriye'yi
Haçlılardan kurtarmış, Moğollara karşı başarılar kazanmıştır.
Moğolların Abbasi halifesini öldürmesi üzerine, aynı aileden birini
halife ilân ederek , halifeliği Mısır'a taşımıştır. Döneminin en güçlü
devleti hâline gelen Memlûklar arasında zamanla iç çekişmeler başlamış
ve bu durumdan faydalanan Çerkes kölemenleri devleti ele geçirmiştir
(1382). Nitekim Yavuz Sultan Selim, Mısır'ı alarak bu devletin
varlığına son vermiştir (1517).





Tolunoğulları (875-905)

Abbasi Halifeliği sınırları içerisinde kurulan müstakil ilk Türk
devletinin kurucusu Tolunoğlu Ahmet'tir. Oğuz Türklerinden olan Tolun,
Halife Mu'tasım zamanında cesareti ve bilgisi ile ün yapmış bir kişiydi.

Aynı şekilde cesur ve kültürlü olan oğlu Ahmet, ordu komutanı iken,
Mısır'a vali tayin edilmişti. Ahmed Mısır'ı başarıyla yönetmiş ve
kuvvetli bir ordu kurmuştu. Bağdat ile arası açılınca bağımsızlığını
ilân etti (875-884). Mısır maliyesini düzeltip, halkı darlıktan
kurtardığı için oldukça seviliyordu. Kısa zamanda Suriye ve Çukurova
yöresini ele geçirdi. Ahmet'ten sonra yerine geçen oğlu Humâreveyh
zamanında devletin sınırları Toroslara ve Irak'a kadar genişledi. Ancak
onun yerine geçenler devleti koruyamadılar. Nihayet 905 yılında Abbasi
kuvvetleri Mısır'a girerek Tolunoğullarına son verdiler.





Ihşîdiler (935-969)

Mısır'da kurulan ikinci Türk devletidir. Devletin kurucusu
Maverâünnehir Türk beyleri sülalesinden olan Muhammed Ebubekir adında
bir komutandır. Babası Toğaç, Tolunoğullarının hizmetinde bulunmuştur.
Mısır valisi iken bağımsızlığını ilân eden Muhammed Ebubekir (935),
önce topraklarını Dicle'ye kadar genişletti. Daha sonra İslâm'ın
mübarek şehirleri olan Mekke ve Medine'yi devletine bağladı. Ölümünden
sonra oğulları başa geçtiyse de asıl idare kölesi Kafur'un elindeydi.
Kafur'un ölümüyle başlayan iç mücadelelerden faydalanan Fatimîler,
Mısır'ı zaptederek Ihşidîlere (Akşitler) son verdiler (969).
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:33

VE BÜYÜK OSMANLI İMPARATORLUĞU
Türk Tarihi Osmanli
Anadolu(Türkiye) Selçuklularının 1308 yılında ortadan kalkmasıyla
beraber, özellikle Batı Anadolu'daki beylikler arasında, Türk birliğini
yeniden tesis etmeyi amaçlayan mücadeleler kızışmış idi. İşte bu
mücadelelerin neticesinde Anadolu'da Osmanoğullarının yıldızı
parlayacak ve altı yüz yılı aşan muhteşem bir Türk devletine tarih
tanıklık edecektir. Osmanoğullarının Menşe'i: Tarihi kaynaklara göre
Osmanlı devletini kuranlar, Oğuzların 24 boyundan biri olan Kayı boyuna
mensuptur. Oğuz an'anesine göre Kayılar, sağ kolda yer alan Boz-okların
Günhan kolunun en büyük boyudur. Dolayısıyla Oğuz teşkilât yapısında
Kayılar, hakim unsurdur. Bundan dolayı Dede Korkut'ta "hâkimiyet bir
gün Kayı'ya değe; bu dediğim Osman neslidir" denilerek Osmanoğullarının
hâkimiyeti meşrulaştırılır.

Kayılar, Malazgirt Savaşı'nın hemen akabinde Anadolu'ya gelen Oğuz
boylarındandır. Dolayısıyla onların Anadolu coğrafyası içerisinde yurt
tutmaya yönelik göç hareketleri hem Anadolu'nun Türkleşmesi hem de
Türkiye tarihinin şekillenmesi bakımından oldukça önemlidir. Tarihî
kaynaklara göre elli bin kadar Tatar ve Türkmen gaza ve cihat
maksadıyla önce Erzurum ve Erzincan'a, ardından da Artuklu sahasında
yer alan Güneydoğu Anadolu'ya yönelmişlerdi. Kayı boyunun beyi Süleyman
Şah, Halep'e giderken Fırat'ta boğulmuş ve "Türk Mezarı" da denilen
Caber Kalesi'nde defnedilmiştir. Beylerini kaybeden "göçer evli"lerin
bir kısmı, bugünkü Urfa-Viranşehir ve Mardin-Derik kazaları arasında
bulunan Beriyye'ye gitmiş bir kısmı ise Anadolu'ya dağılmıştır. Bu
sahalar, Kayı boyuna mensup Karakeçililer'in günümüzde de yoğun olarak
yaşadıkları bölgelerdir.

Babasının ölümü üzerine dört yüz kadar göçer evli ile bölgeyi terk eden
Ertuğrul Gazi önce Pasin Ovası'na, Sürmeliçukuru'na varıp bir müddet
burada kalmış, sonra Selçuklu Hükümdarı Sultan Alaaddin'in çağrısı
üzerine Adıyaman ve ardından Ankara civarına gelmiştir. Yaklaşan Moğol
tehlikesi ve uçları basan Bizans'a karşı yardımını gördüğü Ertuğrul
Gazi liderliğindeki Kayıları Ankara civarındaki Karacadağ'a konduran
Sultan Alaaddin, Rumlara karşı Sultanönü (Eskişehir)'nde kazanılan
zaferde, ordusunun akıncılığını üstlenen Ertuğrul Gazi'ye Söğüt,
Domaniç ve Ermeni Beli'ni yaylak ve kışlak olarak tahsis etmiştir.
Ertuğrul Gazi'nin vefatı üzerine (1281 veya 1288), küçük oğlu Osman
Bey, Kayıların başına geçmiştir.



Kuruluş Devri

Osmanlı Beyliği'nin Kuruluşu;

Osman Bey,

Oğuz aşiretlerinin ittifakıyla başa geçtikten sonra, siyasî ve dinî
bakımdan Anadolu'nun en itibarlı ve nüfuzlu tarikatlerinden Ahilerin
mühim bir şahsiyeti olan Şeyh Edebali'nin kızı ile evlenerek, gücünü
artırmış idi. Bundan sonra Osman Gazi, Bizans'a karşı genişleme
politikasını uygulayarak, İnegöl, Karacahisar ve Yarhisar'ı ele geçirdi
ve bölgenin mühim merkezlerinden olan Bilecik'i alarak, burayı beyliğin
merkezi yaptı (1299). Bu tarih devletin kuruluş tarihi olarak kabul
edilir. Selçuklu Sultanı III. Alaaddin Keykubad'ın İlhanlı Hükümdarı
Gazan Han'ın kuvvetleri tarafından tutulup, İran'a götürülmesi üzerine
Selçuklu ümerasından bazıları ve bölgedeki Türkmen beyleri Osman Bey'e
teveccüh göstermiş; Oğuz an'anesine göre onun hâkimiyetini tanımayı
kabul etmişlerdir. Nitekim Oğuz beyleri Oğuz Han töresine göre tertip
edilen bir törende Osman Bey'in önünde diz çökerek, onun verdiği kımızı
içmek suretiyle tâbiyetlerini sunmuşlardır. Ancak henüz küçük bir
beylik durumundaki Osmanoğullarının, şeklen de olsa bu dönemde, İlhanlı
hâkimiyetini tanıdıkları bilinmektedir. Osman Gazi, beyliğini ilân
ettikten sonra idaresi altındaki bölgeleri beş kısma ayırarak buraları
güvendiği ve savaşlarda yararlık gösteren kimselere tevcih etti. Oğlu
Orhan'a Sultanönü, büyük kardeşi Gündüz Bey'e Eskişehir'i, Aykut Alp'e
İn-önü'yü, Hasan Alp'e Yarhisar'ı ve Turgut Alp'e de İnegöl'ü verdi.
Diğer oğlu Alaaddin'e ise şeyh Edebali'nin emin ve nazırlığında,
ailenin geçimi için, Bilecik ve havalisinin gelirleri tahsis
edildi.1302'de Bursa tekfurunun liderliğinde birleşen Rum tekfurlarının
Koyunhisar (Bafeon) savaşında ağır bir mağlûbiyet tatmaları, Osman
Bey'in Bursa ve Kocaeli taraflarına akınlar yapmasını oldukça
kolaylaştırmıştı. Bir taraftan Bursa öte taraftan İznik Türk kuşatması
altında tutuluyordu. Ancak yaşlılık sebebiyle Osman Bey, fetihler için
oğlu Orhan'ı görevlendirmişti. Nitekim 1324 yılında Osman Bey vefat
etti ve oğlu Orhan Bey Osmanlı tahtına çıktı.



Orhan Bey,

1326 yılında Bursa'yı, uzun süren kuşatmanın ardından, ele geçirince
babasının vasiyetini yerine getirerek, Osman Gazi'nin naaşını Bursa'ya
nakletti ve burayı devletin yeni merkezi yaptı. Orhan Bey'in
komutanlarından Akçakoca ve Karamürsel ise İstanbul kıyılarına kadar
akınlarda bulunuyorlardı. Bu fetih ve akınlardan telâşlanan Bizans
İmparatoru Andranikos büyük bir ordunun başında Osmanlılara karşı
harekete geçtiyse de Maltepe (Palekanon) Savaşı'nda ağır bir yenilgi
aldı (1329). Bu zafer, İznik ve İzmit'in ele geçirilmesini
kolaylaştırmıştır. Rumeliye Geçiş; Karasi Beyliğinde başlayan taht
mücadelelerinden istifade eden Orhan Bey, Balıkesir ve civarını
topraklarına katarak, ileride gerçekleşecek olan Rumeli fetihleri için
mühim bir mevkiye sahip olmuştur. Nitekim Karasi Beyliğinin deniz gücü
ve Hacı İl Bey, Evrenos Bey gibi değerli komutanlar artık Osmanlıların
emrine girmişlerdir. Bizans içindeki taht kavgaları ve Bulgar-Sırp
saldırıları karşısında, gittikçe güçlenen Osmaoğullarından yardım
isteyen Kantakuzen'in talebi üzerine Orhan Bey'in oğlu Süleyman, bir
orduyla Rumeli'ye geçti (1345). Edirne'yi kuşatan Bulgar-Sırp
kuvvetlerini bozan Süleyman Paşa bu zaferin karşılığında Gelibolu'daki
Çimpe Kalesi'ni Bizans'tan aldı. Böylece Osmanlılar ilk kez Rumeli
yakasında bir üs elde etmiş oluyordu (1356). Süleyman paşa Gelibolu'nun
ardından Tekirdağ'a kadar olan bölgeleri de ele geçirerek buralara
Anadolu'dan getirilen Türkmenleri yerleştirdi. Böylece Rumeli'de de
Türkleşme hareketi başlamıştır. Süleyman Paşa'nın ölümünden sonra
Rumeli'deki fetihler için kardeşi Murat Bey görevlendirildi (1359).
Ancak 1362'de babası Orhan Bey'in de ölümü üzerine Murat Bey, Bursa'ya
döndü ve Osmanlıların 3. hükümdarı olarak tahta çıktı (1362).

Rumeli ve Balkanlarda Fetihler;

I.Murat (Hüdavendigar) önce tahtta hak iddia eden kardeşlerini bertaraf
etmekle işe başladı ve bu arada elden çıkan Ankara'yı yeniden aldı.
Anadolu'da birliğin sağlanmasının ardından Murat Hüdavendigar, inkitaya
uğrayan Rumeli ve Balkanların fethine yöneldi. Bu sırada Balkanlar
karşıklık içindeydi. Bir taraftan Sırp Hükümdarı Düşan'ın ölümü ile
Sırplar arasında iç mücadeleler şiddetlenmiş, öte yandan Macar Kralı
Layoş, Balkanlarda Ortadokslara olan baskıları artırmıştı. Evrenos ve
Hacı İl Bey komutasındaki kuvvetler bu durumdan da yararlanarak
Keşan'dan Dimetoka'ya kadar olan yerleri fazla bir mukavemet görmeden
ele geçirmişlerdi. Sazlıdere Zaferi ile Edirne ve Filibe, Lala Şahin
Paşa tarafından fethedildi (1363/4). Bu savaşlarda Bulgarların yanında
yer alan Bizans barış yapmak zorunda kaldı. Türk ilerleyişini durdurmak
isteyen Macar, Bulgar,Sırp ve Ulahlardan müteşekkil bir Haçlı ordusu
Macar Kralı Layoş'un liderliğinde Edirne üzerine yürüdü. Ancak Meriç
sahilindeki Sırp Sındığı denilen mevkiide, kalabalık Haçlı ordusunu
hazırlıksız yakalayan 10 bin kişilik kuvvetiyle Hacı İl Bey, büyük bir
bozguna uğrattı (1364). Sırp Sındığı zaferiyle Osmanlılar,
Balkanlardaki fetihlerine hız verdiler ve bunu kolaylaştıracağı için
Osmanlı başkenti Bursa'dan Edirne'ye nakledildi. Fetihler karşısında
çaresiz kalan Bulgarlar Türk himayesini kabul etmek zorunda kaldılar
(1369). Çirmen Zaferi ile (1372) Batı Trakya ve Makedonya'nın bir kısmı
Osmanlı hâkimiyetine girdi ve Selanik ile Köstendil'in de ele
geçirilmesinin ardından Sırp Kralı Lazar, vergi verip, gerektiğinde
asker göndermek şartıyla Osmanlılarla barış anlaşması imzaladı(1374).
Yaklaşık on yıl süren mücadelede, Rumeli ve Balkanlarda fethedilen
bölgelere Anadolu'dan mütemadiyen Türk nüfus kaydırılarak bölgede
demografik dengeler Osmanlılar lehine değiştirilmeye başlanmıştı. Bu
tarihten sonra bir müddet Balkanlardaki fetihlere ara verilmiş ve
Anadolu'da Türk birliğini sağlamlaştırmaya yönelik düzenlemelere
geçilmiştir. Bu maksatla I. Murat, oğlu Bâyezid'i Germiyan beyinin kızı
ile evlendirmiş; Tavşanlı, Emet ve Simav gelinin çeyizi olarak
Osmanlılara verilmiştir. Aynı şekilde Akşehir, Yalvaç, Beyşehri gibi
bazı şehir ve kasabalar Hamidoğulları'ndan para karşılığı satın
alınmış, Candaroğullar da Osmanlı hâkimiyetine girmişti. Artık
Osmanlıların karşısında tek bir güç kalmıştı; Karamanoğulları.

Alaaddin Ali Bey, Osmanlıların yeniden Balkanlara yönelmesini de fırsat
bilerek, harekete geçmiş ancak I. Murat Konya önlerinde
Karamanoğullarını yendiğinde Karaman beyi af dilemek zorunda
kalmıştır(1387)

Murat Hüdavendigar'ın yeniden Rumeli'ye yönelmesiyle birlikte Niş ve
Sofya da dahil olmak üzere bütün Bulgaristan fethedildi.(1385/88).
Timurtaş Paşa'nın Sırp kuvvetleri tarafından baskına uğratılıp,
yenilmesi üzerine cesaretlenen Bulgar, Leh, Çek ve Macar kralları da
Sırpların yanında yer aldılar. Fakat Çandarlı Ali Paşa, Bulgar Kralı
Şişman'ı esir alarak Bulgarları bu ittifakın dışına attı. Buna rağmen
Haçlı ordusu ilerleyişini sürdürünce, I. Murat ordusunun başına geçerek
düşmanı Kosova'da karşıladı. I.Murat'ın oğulları Bâyezid ve Yakup'un da
yer aldığı Osmanlı birlikleri büyük bir zafer kazandı. Sırp Kralı Lazar
ve oğlu esir edilmiş, düşman kuvvetlerinin büyük bir kısmı imha
olmuştu. (20 haziran 1389). Fakat I.Murat savaş meydanını gezerken bir
Sırp tarafından hançerlenerek şehit düştü. Bunun üzerine Sırp kralı da
Osmanlı askerleri tarafından öldürüldü. Osmanlılar için Balkanlarda
tutunabilmek yolunda ölüm kalım savaşı olarak görülen I.Kosova Zaferi
Sırplar tarafından asla unutulmamıştır. Günümüzde dahi masum Müslüman
halka yönelik vahşetin arkasında bu mağlûbiyetin ezikliği ve intikam
hissi yatmaktadır.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:34

Anadolu'da Türk Birliği'nin Sağlanması;

I. Murat'ın şehit edilmesinin ardından oğlu Bâyezid, devlet adamlarının
ittifakıyla hükümdar ilân edildi. Babasının ölümünü fırsat bilen
Anadolu'daki beyliklerin Osmanlılar'a bıraktığı toprakları yeniden ele
geçirmek maksadıyla harekete geçtiklerini haber alan Bâyezid, süratle
Anadolu'ya döndü. 1390 yılında Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhan
beylikleri ortadan kaldırıldı. Ertesi yıl Hamidoğulları Beyliği
toprakları ele geçirildi ve bu beyliklerin yer aldığı topraklarda
Anadolu beylerbeyliği adıyla idarî bir ünite oluşturuldu. Ardından
Osmanlıların en önemli rakip olarak gördüğü Karaman Beyliğine yönelen
Yıldırım Bâyezid, Konya'yı kuşattı. Alaaddin Ali Bey'in barış talebi,
Beyşehir ve çevresinin Osmanlılara bırakılmasıyla kabul edildi.(1391).
Fakat Yıldırım Bâyezid'in Mora ile ilgilenmesini fırsat bilerek Ankara
Sancak Beyi Sarı Timurtaş Paşa'yı esir alması üzerine, Yıldırım
Bâyezid, Alaaddin Bey'e kesin bir darbe vurmaya karar verdi. Anadolu'ya
geçen Yıldırım, üç gün süren savaşın ardından ele geçirilen Alaaddin
Bey'i ortadan kaldırdı ve toprakları Osmanlılara ülkesine dahil
edildi(1397). Karamanoğlu tehlikesinin bertaraf edilmesiyle, Anadolu'da
Osmanlılara direnebilecek en güçlü devlet olarak Kadı Burhaneddin
devleti kalmış idi. Daha 1392 yılında, Kadı Burhaneddin'in müttefiki
durumundaki Candaroğlu Süleyman anî bir baskınla öldürülüp beyliğin
Kastamonu şubesi ortadan kaldırılmıştı (1392). Ardından, ertesi yıl
Amasya ve Merzifon civarı Osmanlı hâkimiyetine alınmıştı. Kadı
Burhaneddin'in 1398'de Kara Yülük tarafından öldürülmesi üzerine, ona
bağlı Sivas, Tokat, Kayseri, Malatya gibi şehirler birer birer ele
geçirildi. Böylece Fırat'ın batısında kalan Anadolu toprakları Osmanlı
sancağı altında birleştirilmiş oluyordu.

Yıldırım Bâyezid'in İstanbul Kuşatması ve Balkanlardaki Fetihleri.

Yıldırım Bâyezid'in Karaman seferine anlaşma gereği katılan Bizans
İmparatoru V.Yuannis'in oğlu Manuel'in, babasının ölümü üzerine
anlaşmayı çiğneyerek İstanbul'a kaçması sebebiyle Yıldırım, İstanbul'u
kuşatmaya karar verdi. 1391'de başlayan ilk muhasara 1396 yılına kadar
sürdürüldü. Bu maksatla İstanbul Boğazı'nda Anadolu Hisarı inşa edildi.
Şehre dış yardımların gelmesini önlemeyi ve iaşe zorluğu altında
savunmayı kırmayı hedefleyen bu muhasara Timur'un Anadolu'ya ulaşmasına
kadar fasılalarla devam ettirilmiştir. Bu kuşatma sürerken bir yandan
da Yıldırım, Bulgaristan, Arnavutluk ve Bosna taraflarında fetih
hareketlerine devam etmekteydi. Kuşatma altındaki Bizans'ın da talebi
ile Türklere karşı yeni bir Haçlı ittifakı oluşturan Macar Kralı
Sigismund, İngiltere dahil bütün Avrupa devletlerinden topladığı 120
bin kişilik bir orduyla harekete geçti. Yıldırım Bâyezid düşmanı
şaşırtan bir hızla Niğbolu Ovası'nda düşmanı karşıladı. 50-60 bin
kişilik Osmanlı ordusu, sayıca çok üstün olan Haçlı ordusunu büyük bir
bozguna uğrattı. Savaş meydanından kurtulabilenler, kaçarken Tuna'da
boğuldular.(1396) Haçlılardan geriye sadece muazzam bir ganimet
kalmıştı. Bu ganimetle, Edirne ve Bursa'da pek çok cami, medrese ve
imaret inşa edilmiştir. Zaferin ardından, Eflâk, Bosna, Macaristan ve
Mora üzerine seferler düzenlendi. İtibarı bu zaferle bir kat daha artan
Yıldırım, Niğbolu dönüşünde Anadolu birliğini kurmaya yönelik nihaî
adımları atmaya başlayacaktır.



Ankara Savaşı ve Fetret Devri: Yıldırım Bâyezid, Fırat boylarına kadar
topraklarını genişlettiği sırada, Timur da İran, Azerbaycan ve Irak'ı
ele geçirmişti. Bazı Anadolu beyleri Timur'a sığınırken, ülkeleri
istilâ edilen Celayirli Ahmet ve Karakoyunlu Kara Yusuf da Yıldırım
Bâyezid'in yanına kaçmıştı. Böylece her iki devlet biribirine sınır
komşusu olmuş, ancak bu durum iki hükümdarın da Türk dünyasının
liderliğine oynamaları sebebiyle olumsuz neticeler doğurmuştur. Timur,
Osmanlılara sığınan Celayirli Ahmet ve Kara Yusuf'un iade edilmemesini
bahane edip Sivas'ı kuşatmış ve kendisine teslim edilmesine rağmen
şehiri tahrip etmişti(1400). Bu olaydan sonra da her iki hükümdar
arasında mektuplaşmalar devam etti. Fakat Timur'un, Anadolu
beyliklerine topraklarının geri verilmesi ve bazı şehirlerin kendine
bırakılması gibi talepleri Yıldırım tarafından reddedildi. Dolayısıyla
iki fatih için savaş artık kaçınılmaz hâle gelmişti. 160 binlik
Timur'un ordusunu, 70 bin kişiyle Çubuk Ovası'nda karşılayan Yıldırım
Bâyezid, savaşın başlarında üstünlüğü ele geçirdi. Ancak Timur'un
safında eski beylerini gören bazı askerlerin saf değiştirmesi ve Kara
Tatarların Osmanlı ordusunun arkasını çevirmesi savaşın talihini
değiştirdi. Bir avuç askerle direnmeye çalışan Yıldırım Bâyezid sonunda
esir edildi (26 Temmuz 1402). Ankara Savaşı'nı kazanan Timur, Anadolu
beyliklerini tekrar ihya etti ve böylece Anadolu Türk birliği
parçalandı. Balkanlardaki Türk ilerleyişi durduğu gibi bir kısım
topraklar da elden çıktı. Yıldırım'ın oğulları arasındaki taht
mücadeleleri Osmanlı devletinin "Fetret Devri" boyunca 12 yıl müddetle
devam etti. Şayet bu savaş gerçekleşmemiş olsaydı, hiçbir direnme gücü
kalmayan İstanbul büyük bir ihtimalle Yıldırım Bâyezid zamanında
Türklerin eline geçecekti. Dolayısıyla Ankara Savaşı Osmanlıları en az
50 yıl geriye götürmüştür.Esir düşen Yıldırım Bâyezid, yedi ay boyunca
Timur'un yanında şehir şehir dolaştırıldıktan sonra üzüntüsünden ecele
yenik düştü. Osmanlı şehzadeleri tahtın sahibi olabilmek için kıyasıya
birbirleriyle mücadele etmeye başladılar. Bu mücadele Çelebi Mehmet'in
tek başına devlet idaresine hâkim oluşuna kadar devam etti (1413).
Çelebi Mehmet kardeşleri Süleyman, İsa ve Musa Çelebi'yi bertaraf
ettikten sonra Anadolu Türk birliğini yeniden tesis etmek için çaba
sarf etti. Güçlenen Karamaoğullarının nüfuzunu kırdı, Karamanoğlu
Mehmet Bey'in eline geçen Osmanlı topraklarını geri aldı.
Candaroğulları beyliğinden Çankırı'yı ve ardından Canik (Samsun)
bölgesini yeniden Osmanlı ülkesine kattı. Fakat Şehzade Mustafa ve
Simavna Kadısı oğlu Şeyh Bedreddin'in isyanları ülkeyi
karıştırmaktaydı.(1419) Şehzade Murat Rumeli ve Manisa'da ortaya çıkan
bu isyanı bastırdı, Şeyh Bedreddin ve adamları yakalanarak idam edildi.
Timur'un beraberinde götürdüğü Mustafa Çelebi de Anadolu'ya döndüğünde
tahtta hak iddia etmişti. Şehzade Mustafa'nın Selânik'te başlattığı
isyan bastırıldı. Asi şehzade Bizans'a sığınmak zorunda kaldı. Çelebi
Mehmet öldüğü zaman Osmanlı ülkesinde sükûnet büyük oranda tesis
edilmeye başlanmıştı (1421).



Babasının en büyük yardımcısı olan şehzade Murat tahta çıktığı zaman
Bizans tarafından karşısına çıkarılan amcası Mustafa Çelebi'nin
isyanını bir kez daha bastırdı ve Bizans'ı cezalandırmak için
İstanbul'u kuşattı(1422). Bu defa küçük kardeşi Şehzade Mustafa'nın
isyan haberini alan II.Murat, kuşatmayı kaldırarak kardeşini
cezalandırmak zorunda kaldı. İsyancıların yanında yer alan Anadolu
beyliklerine karşı harekete geçen II.Murat, Candaroğlu İsfendiyar Bey'i
itaat altına aldı. İzmir Beyi Cüneyd'i ortadan kaldırıp, İzmir, Aydın
ve Menteşe civarını ele geçirdi. Germiyanoğlu Yakub Bey'in çocuğu
olmadığından, topraklarını Osmanlılara bırakmayı vasiyet etmişti. Onun
ölümüyle Germiyan ili de Osmanlılara katılmış oldu(1428). Balkanlarda
da durum Osmanlılar lehine düzelmeye başladı. Nitekim Fetret devri
sırasında elden çıkan topraklar geri alındığı gibi, 1440'a kadar
Belgrat hariç bütün Sırp toprakları Osmanlı hâkimiyetine girmişti.
Fakat Erdel ve Eflâk'ta üst üste gelen bazı küçük bozgunlar Avrupa'da
büyük bir sevinçle karşılanarak, Osmanlılara karşı yeni bir Haçlı
seferinin tertip edilmesine cesaret vermişti. II. Murat, Balkanlardaki
Osmanlı varlığını tehlikeye atmamak için Macarlarla Segedin
Antlaşmasını imzaladı (1444) ve bu anlaşmadan sonra tahttan feragat
etti. Küçük yaştaki oğlu II. Mehmet'in hükümdar olmasını fırsat bilen
Macarlar anlaşmayı bozdu ve yeni bir Haçlı ittifakı oluşturuldu. II.
Murat yeniden ordunun başına geçerek düşmanı Varna Savaşı'nda
karşıladı. Macar kralı öldürüldü. Haçlıların lideri durumundaki Jan
Hünyad güçlükle kaçabildi(1444). Çandarlı Halil Paşa'nın ısrarıyla
ikinci kez tahta çıkan II. Murat, Mora ve Arnavutluk'a sefer düzenledi.
Varna'nın intikamını almak isteyen Jan Hünyad yeniden harekete geçti.
Fakat II. Kosova Muharebesi'nde bir kez daha Sırplar büyük bir
yenilgiye uğratıldı (1448). Varna ve Kosova savaşlarıyla Osmanlılar
Balkanlardaki durumunu iyice güçlendirmiş, Bizans'ın batıdan yardım
alma umutları ise tamamen ortadan kaldırılmıştır. II. Murat 48 yaşında
ölünce II. Mehmet yeniden Osmanlı tahtının sahibi olmuş (1451) ve
Osmanlı Devleti artık bu dönemde tam bir cihan devleti hâline gelmiştir.

Fatih ve Cihan Devleti'nin Doğuşu

İstanbul'un Fethi: II. Mehmet, babasının ölümü üzerine ikinci kez
Osmanlı tahtına oturduğunda, devletin ortasında bir şer adacığı hâlinde
kalmış köhne Bizans'ı ortadan kaldırmayı öncelikle hedef olarak
belirlemişti. Böylelikle Osmanlı devleti tam bir cihan devleti haline
gelebilecekti. Hedefini gerçekleştirmek için ilkin Sırbistan ve Eflâk
ile anlaşma imzalayan Fatih, Karamanoğlu tehlikesini de geçici de olsa
bertaraf etti. Bizans'a ulaşabilecek muhtemel yardımı önlemek için
Boğaz'ın Avrupa yakasına Rumeli Hisar'ını yaptırarak kuşatma
hazırlıklarını tamamladı. Nihayet kuşatılan İstanbul'a karşı 6 Nisan
1453'te kara ve denizden saldırı başlatıldı. II. Mehmet, Edirne'de
döktürdüğü çağının en güçlü toplarıyla İstanbul surlarını karadan
sarsarken 18 Nisan'da donanma bütün İstanbul adalarını ele geçiriyordu.
Fakat, Haliç'in zincirle kapatılması sebebiyle kara ve deniz birlikleri
müşterek bir harekâta geçemiyor ve bu durum da kuşatmanın başarısına
gölge düşürüyordu. Nihayet 22 Nisan'da Osmanlı donanmasının karadan
Haliç'e indirilmesi gibi müthiş bir plânın gerçekleştirilmesi,
kuşatmanın seyrini değiştirmeye başlamıştı. Seksen parçalık donanmayı
bir anda karşılarında gören Bizans'ın direnme gücü artık kırılmıştı. 29
Mayıs 1453'teki nihaî harekâtla İstanbul fethedildiğinde, II. Mehmet,
Peygamberimizin müjdesine mazhar oluyor ve "feth-i mübin" ile
"Fatih"lik şerefini elde ediyordu.Bizans'ın ortadan kaldırılması hem
Türk tarihi hem de dünya tarihi açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu
fetihle Osmanlı Devleti, artık tam bir cihan devleti hâline gelmiş,
İslâm dünyası ve Avrupa içinde büyük bir prestij ve güç kazanmıştır.
Avrupa için bu fetih çağ açıp, çağ kapayan bir fetihtir. Katolik
Avrupa'nın, Ortadoks dünyasıyla bütünleşme çabaları, İstanbul'un
fethiyle önlenmiş, aksine Balkanları da tamamen ele geçirmek suretiyle
Fatih, kısa zamanda Ortadoksları himayesi altına almıştır. Nitekim Papa
V.Nikola'nın Türklere karşı harekete geçilmesi fikri pek taraftar
bulamamış, aksine, Ege adalarındaki halk, Balkanlardaki bazı
despotluklar ve prensler Fatih'i İstanbul'un fethinden dolayı kutlayan
mektuplar yazmışlardır. Papa'nın isteğine sadece Almanya, Napoli ve
Venedik olumlu cevap vermiş fakat onlar da kendilerinden ziyade Sırp,
Macar ve Arnavutları kışkırtarak sonuç almaya çalışmışlardır.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:34

Fatih'in Batı Politikaları:

Sırbistan Seferleri;

İstanbul'un fethinden sonra Osmanlılara bağlılığını bildiren ve ele
geçirdiği bazı kaleleri geri veren Sırplar Macarlar ile iş birliği
yaparak yeniden düşmanlıklarını göstermeye başlamışlardı. Bunun üzerine
1454-1457 arasında üç kez peşpeşe Sırbistan'a sefer düzenlendi. Belgrat
dışındaki bütün Sırp toprakları ele geçirildi. Sırp Kralı Bronkoviç'in
ölümüyle başlayan taht mücadelelerinden faydalanan Osmanlılar, Sırpları
vergiye bağladılar. Taht kavgalarının yeniden alevlenmesi üzerine, Mora
seferinde bulunan Fatih, Sırp meselesine son verilmesini emretti.
Mahmut Paşa, 1459'da başkentleri Semendire'yi ele geçirilerek Semendire
Sancakbeyliğini oluşturdu. Böylece Sırbistan'da 350 yıl sürecek Osmanlı
hâkimiyeti başlamış oluyordu.

Arnavutluk Seferleri;

Papalık ve Napoli krallığının desteği ve kışkırtmasıyla harekete geçen
Arnavutluk hâkimi İskender Bey, vurkaç taktiği ile Osmanlı kuvvetlerine
baskınlar düzenlemekteydi. Bunun üzerine Fatih, bizzat sefere çıkmaya
karar verdi. 1465 yılında gerçekleşen I.seferde, İlbasan Kalesi'ni
yaptırıp, içine asker yerleştiren Fatih, Balaban Paşa'yı bölge için
görevlendirerek, geri döndü. Ancak, Papa ve diğer devletlerden aldığı
kuvvetlerle Türklere saldıran İskender Bey, Balaban Paşa'yı şehit etti
ve İlbasan kalesi'ni kuşattı. Bunun üzerine Fatih II. Arnavutluk
Seferi'ne çıktı (1467). Ele geçirilen topraklarda yeni garnizonlar
oluşturuldu. Bu sırada İskender Bey ölmüş ve yerine oğlu Jean geçmişti.
Arnavutlukta başlayan kargaşa sebebiyle Fatih 3. kez Arnavutluk
seferini başlattı. Arnavutların elinde kalmış olan Kroya ve İşkodra
kuşatıldı. Nihayet 1479'da Arnavutluk da bir Osmanlı vilayeti haline
gelmiş oluyordu.

Mora Seferleri;

İstanbul'un fethinden sonra Bizans İmparatoru XII. Konstantin'in
oğulları, rakipleri Kantakuzen ailesine karşı Mora'da, Osmanlıların
yardımını istemişlerdi. Turahanoğlu Ömer Bey, akıncıları ile duruma
müdahale etti ve muhalifler bertaraf edildi. Fakat bu sefer iki kardeş
arasında mücadele başlamıştı. Bölge ülkelerinin Mora'yı istilâ
niyetlerini bilen Fatih 1458'de harekete geçti. Korent'i ele geçiren
Fatih, Mora'nın bir kısmını merkeze bağlayarak, burada bir sancak
oluşturdu. Atina ve diğer bölgeler ise Osmanlı yönetimini kabul etti.
Kardeşi Dimitrios'a karşı Arnavutların desteğini alan Tomas'ın
Osmanlılarla yapılan anlaşmayı bozması üzerine 2.kez Mora'ya sefer
düzenlendi. Tomas, Papa'nın yanına kaçmak zorunda kaldı. Bölgeye çok
sayıda Türk yerleştirildi. Venedikliler bölge halkını Osmanlılara karşı
ayaklandırmaya çalışıyorlardı. Ancak bunda başarı kazanamayan Venedik,
Osmanlı kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı (1465).

Eflâk ve Boğdan Seferleri;

Yıldırım zamanında vergiye bağlanan Eflâk Prensliği'nin başına Fatih
tarafından Vlad (Kazıklı Voyvoda) getirilmişti(1456). Osmanlılara bağlı
görünen Vlad aslında gizliden gizliye düşmanlık ediyordu Vlad'ın
Fatih'in elçilerini kazığa oturtarak öldürmesi üzerine 1462 yılında
Fatih, Eflâk'a bir sefer düzenledi. Boğdan'dan da yardım alan Osmanlı
kuvvetleri voyvodayı uzun süre takip etti. Neticede, sığındığı
Macarların, Osmanlılarla yaptığı anlaşma üzerine Vlad'ı esir etmeleri
ile mesele çözüldü. Fatih voyvodalığa Radul'u getirdi ve Eflâk bir
Osmanlı eyaleti hâline geldi. 1455'ten itibaren Osmanlı Hâkimiyetini
tanıyan Boğdan Prensliği'nin Kefe'nin fethinden sonra izlediği düşmanca
siyaset üzerine Osmanlı kuvvetleri 1476'da Boğdan'a girdi. Fatih'in
bizzat başında olduğu Osmanlı kuvvetleri Boğdan ordusunu büyük bir
bozguna uğrattı. Böylece Boğdan da yeniden Osmanlı hâkimiyetini tanımış
oluyordu.

Bosna-Hersek Seferleri;

Osmanlılara vergi yoluyla bağlı olan Bosna Kralının, anlaşmalara riayet
etmemesi üzerine Üsküp'ten harekete geçen Fatih, Sadrazam Mahmut Paşa
ve Turahanoğlu Ömer Bey'e Bosna'nın tamamen fethedilmesi emrini
vermişti. 1463 yılındaki seferle Bosna Kralı Osmanlı hâkimiyetini
yeniden tanıdı. Ancak şeyhülislamın da fetvasıyla sonra öldürüldü ve bu
topraklarda Bosna Sancakbeyliği oluşturuldu. Fakat ordunun İstanbul'a
dönmesi üzerine aynı yıl, Macar kralı Bosna'ya girdi. İkinci kez
düzenlenen seferle Osmanlılar, Yayçe dışındaki bütün kale ve şehirleri
yeniden ele geçirdiler. Bosna seferleri esnasında Hersek Kralı Stefan
da ülkesinin bir kısım toprağının Osmanlılara doğrudan bağlanması
şartıyla tahtında bırakılmıştı. Ancak 1483 yılında Hersek tamamen
Osmanlı toprağı hâline gelecektir.Fatih, Bosna'yı Osmanlı topraklarına
kattığı zaman "Bogomil" mezhebindeki Bosnalılara çok iyi davranmıştı.
Hem Katolik hem de Ortadoksların kendi kiliselerine almak için baskı
yaptıkları Bogomiller bu sebeple Osmanlı yönetimine sıcak bakmışlar ve
kendilerine sağlanan din ve vicdan hürriyetinden etkilenerek zamanla
Müslüman olmuşlardı. İşte bu Müslüman Bosnalılara "Boşnak"
denilmektedir.

Fatih devrinde Osmanlıların karada en güçlü komşusu ve rakibi Macarlar,
denizde ise Venedik idi. Macarlar bu dönemde tek başlarına Osmanlılarla
baş edemeyeceklerini bildiğinden, doğrudan bir savaşı göze alamamış,
Fatih de tabiî sınır olan Tuna'yı geçmeyi düşünmemiştir. Ancak
akıncılar vasıtasıyla, Macaristan'a güvenliğin sağlanmasına yönelik
yüzlerce başarılı akın düzenlenmiştir. Keza Venedik Cumhuriyeti de
Osmanlılarla doğrudan karşılaşmaktansa Balkanlardaki diğer devletleri
kışkırtmayı yeğ tutmuştur. Güçlü donmasıyla Mora ve Ege'deki adalara
sahip olmak isteyen Venedik, Osmanlılar karşısında istediği sonucu
alamamış, aksine pek çok ada ve kıyı kaleleri Osmanlıların eline
geçmiştir.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:35

Ege Adalarının Fethi;

İstanbul'u ele geçiren Fatih, Bizans'a ait bütün toprakları hâkimiyeti
altında birleştirmek istiyordu. Böylece Bizans'ın yeniden dirilmesini
önleyeceği gibi, iktisadî ve siyasî açıdan da nüfuz alanını
genişletebilecekti. Öncelikle Anadolu kıyısına yakın adaları hedef alan
Fatih, Bizans, Venedik ve Cenevizlilerin elindeki bu adalardan
Anadolu'ya yapılan korsan akınlarının önünü kesmiş olacaktı. İkinci
olarak Orta ve Doğu Akdenizdeki adalar hedef alınmıştı ki, bu adalar
Fatih'in İtalya'ya yani eski Roma'ya geçişini kolaylaştıracaktı.(
Nitekim Gedik Ahmet Paşa komutasındaki bir Osmanlı donanması Napoli
Krallığının elindeki Otranto'yu fethetmiş ve buradan Güney İtalya'ya
akınlar düzenlenmiştir.(1480) Fakat Fatih'in ölümünden sonra başa geçen
II. Bâyezid, Gedik Ahmet Paşa'yı geri çağırınca, şehir savunmasız
kalmış ve İtalyanlar kaleyi tekrar ele geçirmişlerdir).1456 yılında
öncelikle Çanakkale Boğazı'na hâkim olan adalardan Gökçeada (İmroz),
Taşoz Enez ve Semendirek adaları ele geçirildi. Aynı tarihlerde Limni
ve Midilli halkı Türk yönetimine girmek için Osmanlılara başvurmuştu.
Önce Limni, ardından, uzun süren kuşatmayı müteakip Midilli (1467) ele
geçirildi. Venedikliler 264 yıldır ellerinde tuttukları Ağrıboz
Adası'ndan Mora ve Ege adalarındaki Türk birliklerine karşı
saldırılarını yoğunlaştırmaktaydılar. Bunu önlemek maksadıyla
Ağrıboz'un fethine karar veren Osmanlılar neticede 17 gün süren
kuşatmadan sonra amaçlarına ulaştılar. Epir despotunun elindeki Zanta,
Kefalonya ve Ayamavra gibi adalar da Fatih'in saltanatının son
zamanlarında Osmanlı topraklarına dahil edilmiştir. Ancak St. Jean
şovalyelerinin elindeki Rodos'a karşı girişilen birkaç muhasara
neticesiz kalmıştır.

Fatih'in Doğu Politikası:

Karadeniz Politikası; Osmanlılar, Anadolu'nun büyük bir kısmını
hâkimiyetleri altına almalarına rağmen kuzeyde, Karadeniz kıyısındaki
bazı yerler Trabzon Rumları, Cenevizliler ve Candaroğullarının elinde
bulunuyordu. Anadolu Türk birliğinin sağlanması ve ticaret güvenliği
açısından bu bölgelerin ele geçirilmesi şarttı. İşte bu sebeplerle,
Fatih karadan ve denizden kuvvetlerini harekete geçirdi. 1461 yılında
Cenevizlilerin elindeki önemli bir üs olan Amasra teslim olmak zorunda
kaldı. Seferin kendisine karşı yapıldığını sanan Candaroğlu İsmail Bey,
Kastamonu'yu terk ederek Sinop'a çekildi. Bursa'ya dönerek birliklerini
takviye eden Fatih, Trabzon seferine çıkarken, Sinop da dahil
Candaroğullarının topraklarını savaşmaksızın ele geçirdi. Fatih'in asıl
amacı 1204 yılında Lâtinlerin İstanbul'u işgal etmesi üzerine Bizans
hanedanına mensup Komnenlerin ayrı bir devlet oluşturdukları Trabzon
idi. Osmanlılara vergi vermeyi kabul eden Trabzon Rumları bir taraftan
Fatih'in rakibi olan Uzun Hasan ile ittifak içine girmişti. Nihayet
Fatih, karadan birliklerini Trabzon'a gönderirken, bir donanma da
Sinop'tan kalkarak bölgeye yöneldi. Bu sırada Uzun Hasan'ın Osmanlı
ordusunu arkadan çevirebileceği ihtimaline karşı Fatih, ordusunu
Sivas'ın güneyinden Yassıçemen'e çevirdi. Uzun Hasan'ın annesi Sara
Hatun'un ricası üzerine Akkoyunlularla bir anlaşma yapıldı. Anlaşmaya
göre Akkoyunlular, Trabzon Rumlarına yardım etmemeyi vaat etmişlerdir.
Anlaşmanın akabinde kara ve denizden Trabzon yeniden kuşatıldı. Çaresiz
kalan Trabzon Hâkimi David Komnen şehri teslim etmeyi kabul etti (26
Ekim 1461). Böylece 258 yıl devam eden Trabzon Rum İmparatorluğu da
tarihe karışmış oldu.

Karadeniz'in Anadolu kıyılarını tamamen hâkimiyetine alan Fatih'in
bundan sonraki hedefi, önemli ticaret limanları olan Ceneviz
kolonilerini ortadan kaldırarak, Karadeniz'i tam bir Türk gölü yapmak
idi.



Gedik Ahmet Paşa komutasındaki donanma 1475 yılında Kefe, Azak ve
Menkup iskele ve kalelerini ele geçirdi. Böylece Osmanlılar, Altınorda
Hanlığı'nın zayıflamasıyla ortaya çıkan Kırım Hanlığı ile komşu oldu.
Azak Kalesi'nin düşürülmesi sonucunda bazı Cenevizliler ile birlikte
Kırım hanlarından Mengli Giray Han da esir edilmişti. Mengli Giray
Han'ın İstanbul'a getirilmesiyle Kırım Hanlığı Osmanlı hâkimiyetine
girmiş oldu. (1478). Kırım hanları 350 yıl boyunca Osmanlıların batıya
karşı en güçlü müttefikleri olarak hizmet vermişlerdir.Anadolu'da Türk
Birliğinin Gerçekleşmesi; Osmanlıların kuruluş devrinden beri en ciddî
rakipleri durumundaki Karamanoğulları, Fatih'in politikalarına karşı,
Akkoyunlu ve Memlûklu devletlerinin desteğini sağladığı gibi,
Venediklilerle de bir ittifak kurmakta sakınca görmemişlerdi. Bu
düşmanca tavır üzerine Fatih 1466 yılında Karamanoğulları üzerine
yürümeye karar verdi. Beylik topraklarının büyük kısmı Osmanlıların
eline geçmesine rağmen Fatih, Larende ve Silifke yörelerine çekilen
Karamanoğullarına karşı mücadeleyi, Otlukbeli Savaşı'nın sonrasında da
sürdürmüştür. Fakat Karaman Beyi Kasım'ın ölümünden sonra (1483) beylik
tamamen oradan kalkmış olacaktır. Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan, 1467
yılında Karakoyunlu topraklarına sahip olunca Osmanlılar aleyhine
hâkimiyetini genişletmeye başlamıştı. Anadolu birliği yönündeki bu
tehlike üzerine Fatih, 1473'te harekete geçti. Otlukbeli mevkiinde
yapılan savaşta Osmanlılar büyük bir zafer kazandılar. Artık
Akkoyunlular Osmanlılar için bir tehlike olmaktan çıkmıştı.



Yavuz Sultan Selim Devri;

Henüz Trabzon'da vali iken Doğu'da Safavilerin nasıl güçlendiğini gören
ve onlarla başarılı bir mücadeleye giren Selim, tahta çıktıktan sonra,
Anadolu'daki mezhep mücadelesine bir son vermek için Safavilerle
doğrudan savaşa girmeyi kaçınılmaz görmekteydi. Nihayet ordusunun
başında Doğu seferine çıkan Yavuz Selim, Çaldıran Ovası'nda Şah
İsmail'in ordusuyla büyük bir meydan muharebesi yaptı. İki Türk
hükümdarının mücadelesinden Selim üstün çıktı (23 Ağustos 1514). Doğu
Anadolu toprakları Osmanlıların eline geçti. Yavuz, Tebriz'e kadar Şah
İsmail'i takip etti. Dulkadiroğulları beyliği Osmanlı yönetimine alındı
ve sonra ilhak edildi (1515)Babası döneminde Memlûklara karşı yapılan
seferlerin çoğu kez başarısızlıkla neticelenmesi, Osmanlıların doğu'da
ve İslâm dünyasında üstünlük kurmaları önündeki en büyük engel idi. Bu
sebeple, Safavi tehlikesini bertaraf ettikten sonra Yavuz, Memlûklara
karşı büyük bir ordu hazırladı. Mısır Memlûk Sultanı Kansu Gavri,
Osmanlı ordusunu Halep'in kuzeyinde karşıladı. Ancak Mercidabık Savaşı
Osmanlıların zaferiyle son buldu (24 Ağustos 1516). Kansu Gavri savaş
sırasında öldü. Malatya'dan Sina yarımadasına kadar olan topraklar
Osmanlıların eline geçti. Kışı Şam'da geçiren Yavuz, tekrar Mısır'a
yöneldi. Yeni Memlûk Sultanı Tomanbay ile Kahire'nin kuzeyindeki
Ridaniye mevkiinde yapılan savaşı da Osmanlılar kazandı. (22 Ocak
1517). Bu savaş Memlûk Devleti'nin sonu oldu. Suriye, Filistin, Mısır
ve Hicaz Osmanlı hâkimiyetine girdi. Hülagû'nun Bağdat'ı işgal
etmesiyle Memlûk himayesine giren halifelik müessesesi de böylece
Osmanlılara geçmiş oluyordu. Nitekim Mekke şerifi şehrin anahtarını
Yavuz Sultan Selim'e sunarak itaatini bildirmişti. Yavuz dönemi
Osmanlıların doğu'da ve İslâm dünyası'nda en büyük güç haline geldiği
bir dönemdir.

Yükseliş Döneminin Zirvesi:
Kanuni Sultan Süleyman

Yavuz Sultan Selim'in sekiz yıl süren hâkimiyet devrinden sonra Osmanlı
tahtına oğlu I.Süleyman geçti (1520). I.Süleyman'ın 46 yıllık
saltanatında Osmanlı Devleti siyasî, askerî ve iktisadî açılardan
zirveye ulaşmıştır. Bu sebeple dost düşman ona Kanuni, Muhteşem, Büyük
Türk gibi lâkaplarla hitap etmiş ve tarihe de böyle geçmiştir.

Avrupa'daki Gelişmeler;

Kanuni döneminde özellikle Avrupa'da önemli dinî ve siyasî
değişiklikler söz konusudur. Güçlü Macar krallığının Osmanlı
hâkimiyetine girmesinden sonra, Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Şarlken
en ciddî rakip hâline gelmiş, onun oluşturduğu imparatorluğun uzantısı
durumundaki Avusturya Arşidükalığı Osmanlılara sınırdaş olmuştur. Bu
devlet ile Avrupa'nın en güçlü hanedanı olacak olan Habsburglar
Avrupa'yı âdeta parselleyeceklerdir. Bu dönemde güçlenmeye başlayan
Protestanlık, Avrupa'da mezhep çatışmalarının şiddetlenmesine sebep
olmuştu. Doğu Avrupa'da da Lehistan ve Ortadoks Rusya güçlenmeye
başlamıştı. Kanuni, Avrupa'daki siyasî ve dinî çekişmelerden
faydalanarak, onların birleşmemesine özen göstermiş ve bunu bir devlet
politikası hâline getirmiştir. Yine bu dönemde Akdeniz'de ve
Okyanuslarda güçlü bir ticarî ve iktisadî filo oluşturan İspanyol ve
Portekiz donanmaları Venedik'in yerini almış görünüyordu.

Belgrat'ın Fethi ve Macaristan Seferi;

Fatih'in Sırbistan seferinde ele geçirilemeyen Belgrat, Avrupa içlerine
yapılacak akınlar için bir sıçrama noktası idi. Bu sebeple Kanuni,
Macaristan seferine çıktığında ilkin Belgrat'ı kuşattı ve ele
geçirdi(1521). Burayı bir üs olarak kullanan Osmanlılar artık
rahatlıkla Avrupa içlerine sefer yapabilecekti. Nitekim Şarlken'e
tutsak olan Fransa Kralı Fransuva'yı, kendisinden yardım talep etmesi
üzerine, kurtarmayı amaçlayan Kanuni, 1526 yılında karşısındaki
ittifakı parçalamak amacıyla yeniden Macaristan üzerine bir sefer
düzenledi. 29 Ağustos 1526'da Mohaç Meydan Muharebesi ile Macar
ordularını imha eden Kanuni, Budin'i (Budapeşte) ele geçirdi.
Macaristan'ın bir bölümü ilhak edildi ve kalan kısmı Erdel Krallığı
oluşturularak Osmanlı hâkimiyetine alındı.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:35

Avusturya Seferleri;

Macaristan'ın ele geçirilmesi üzerine, ölen Macar kralı ile
akrabalığını öne süren Avusturya Arşidükü Ferdinand, Macar
topraklarında hak iddia etmiş ve Budin'i işgal etmişti. Bunun üzerine
Kanuni, yeniden Macaristan'a sefer düzenledi. Budin kurtarıldı. Ancak
Kanuni'nin asıl maksadı Viyana idi. Osmanlı ordusu şehri kuşattı ise de
ele geçirmeye muvaffak olamadı(1529). I.Viyana Kuşatması'nın sonuçsuz
kalmasından cesaretlenen Ferdinand, Budin'i tekrar işgal etti. Kanuni
ünlü "Alman Seferi" ile mukabele ederek işgal edilen yerleri geri aldı.
Ferdinand ile İstanbul'da bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre
Ferdinand, Macaristan üzerinde hak talep etmeyecek ve Osmanlı
hâkimiyetini tanıyacak ve elinde bulundurduğu Macaristan'a ait
topraklar için de Osmanlılara vergi verecekti.(1533).

Ferdinand'ın Macar kralının ölümünü fırsat bilerek anlaşmayı bozması
üzerine Kanuni yeniden sefere çıktı. 1562'deki bu sefer sonucunda
Macaristan'da Erdel Beylerbeyliği oluşturuldu. Avusturyalılar fırsat
buldukça Macar topraklarına tecavüz etmişler ve her seferinde de
Osmanlılardan gerekli cevabı almışlardır. Nitekim Kanuni'nin son seferi
de Avusturya'ya karşı olmuş ve Zigetvar Kalesi kuşatılmıştır (1566)

Fransa ile Münasebetler ve İlk Kapitülâsyon;

Avrupa birliğini sağlamak isteyen Roma-Cermen İmparatoru Şarlken, bu
maksatla Fransız Kralı Fransuva'yı esir etmişti. Kendisinden yardım
isteyen kral ile iyi ilişkiler kuran Kanuni böylece Şarlken'e karşı bir
müttefik kazanmış oluyordu. 1535 yılında iki ülke arasında ticaret ve
dostluk anlaşması imzalandı. Anlaşma ile her iki ülke serbest ticaret
hakkı elde edecek ve bu haklar iki hükümdarın yaşadığı sürece geçerli
olacaktı. Lâkin kapitülasyon adıyla tarihe geçecek olan bu ticarî
imtiyazlar sürekli hâle getirilmiş, sonraki devlet adamlarının
basiretsizliği sebebiyle tek taraflı işlemeye başlamış ve başka
devletlere de imtiyazların tanınmasıyla Osmanlı ekonomisi giderek dışa
bağımlı hâle gelmiştir.

İranla Münasebetler;

Şah İsmail'in yerine geçen oğlu I.Şah Tahmasp, babası gibi,
Osmanlıların düşmanı olan Venedik ve Avusturya ile ittifak kurmakta bir
beis görmüyordu.

Osmanlı ordusu, Avrupa'ya sefere çıktığında Safaviler, Doğu Anadolu
topraklarına karşı saldırıya geçiyordu. Bu sebeple, Kanuni, Irakeyn
(iki Irak; Irak-ı Acem ve Irak-ı Arap) seferi diye bilinen bir sefere
çıktı (1534-35). Tebriz ve Bağdat Osmanlı topraklarına katıldı.
Osmanlının Avrupa ile ilgilenmesinden yararlanan Safaviler fırsat
buldukça yeniden harekete geçtiklerinde, bölgeye 1555 yılına kadar
Nahcivan ve Tebriz üzerine birkaç kez sefer düzenlenmiştir. Osmanlılar
karşısında fazla bir varlık gösteremeyen Şah Tahmasp nihayet barış
anlaşması imzalamayı kabul etmek zorunda kalmış ve Amasya Antlaşması
(1555) ile Osmanlı üstünlüğünü kabul ederek Bağdat, Tebriz ve Doğu
Anadolu'nun Osmanlı hâkimiyetinde olduğunu tasdik etmiştir.

Deniz Seferleri ve Fetihler;

Kanuni devri karada olduğu gibi denizlerde de büyük bir üstünlüğün
sağlandığı bir devirdir. Fatih'in alamadığı, St.Jean şövalyelerinin
elindeki Rodos ve çevresindeki adacıklar, başarılı bir kuşatma sonunda
ele geçirilmiş(1522), II. Bâyezid zamanından beri Akdeniz'de serbestçe
faaliyet gösteren Barbaros kardeşlerin devlet hizmetine alınmasıyla
deniz ve kıyılarda pek çok yer Osmanlı hâkimiyetine dahil olmuştur.
Cezayir'i ellerinde bulunduran ve Osmanlılar adına, 1492 yılında
İspanya'da soy kırıma uğrayan Musevîleri İstanbul'a gemilerle nakleden
Barbaros kardeşler haklı bir üne sahip olmuşlardı. 1533 yılında
Cezayir'i Osmanlılara bırakarak kaptan-ı deryalık görevini kabul eden
Barbaros Hayrettin Paşa (Hızır Reis), 1538 yılında Andrea Doria
komutasındaki Haçlı donanmasını Preveze'de büyük bir bozguna uğratarak,
Osmanlılardın Akdeniz'in tek hâkimi olduğunu bütün dünyaya kabul
ettirdi.

Barbaros'un ölümünden sonra yerine geçen Turgut Reis de fetihlere devam
etti.Nitekim St. Jean şövalyelerinin elinde bulunan Trablusgarp onun
tarafından fethedilmiş (1551), Preveze'den sonraki en büyük deniz
zaferi sayılan Cerbe Savaşı sonunda Haçlı donanması bir kez daha
hezimeti tatmıştır. Sadece Akdeniz'de değil Kızıl Deniz ve Hint
Okyanusunda da Osmanlı donanması faaliyette bulunmuştur. Uzak
denizlerde istenilen sonuçlar elde edilememişse de bu dönemde Yemen ve
Arabistan'ın güney kıyıları ile Habeşistan ele geçirilmiştir.

Kanuni'nin Ölümü ve Sonrası;

Zigetvar Muhasarası esnasında hastalanan Kanuni kalenin fethini
göremeden 66 yaşında öldü (1566). Siyasî, askerî ve iktisadî
bakımlardan Osmanlıyı zirveye çıkaran bu büyük hükümdarın yerine geçen
ne II. Selim (1566-1574) ne de III. Murat (1574-1595) aynı evsafta
kişiler değillerdi. Ancak Kanuni devrinde başlayan fetih rüzgârları o
derece şiddetliydi ki, bu hükümdarlar devrinde de hızını devam
ettirebildi. Şüphesiz bu başarılarda sadrazam Sokullu Mehmet Paşa'nın
dirayetli siyasetinin de rolü büyüktür. Anadolu'nun Akdeniz'e bakan
kıyılarında bir çıban başı gibi duran Venedik'in elindeki Kıbrıs bu
fetih rüzgârıyla kuşatıldı. Lala Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı
donanması adayı ele geçirir geçirmez (1571), buraya Anadolu'nun çeşitli
sancaklarından Türkler yerleştirildi. Artık Kıbrıs da Türk olmuştu. Bu
durumu hazmedemeyen Venedik, İspanyol, Malta donanmaları papa ve diğer
bazı Avrupa devletlerinin de desteği ile harekete geçerek büyük bir
savaş filosu oluşturdular. Korent Körfezi yakınlarında, İnebahtı
önlerinde yapılan deniz savaşını Osmanlılar kaybetti (1571).

Ancak kendileri de oldukça fazla zaiyat verdiğinden, Haçlı donanması
Osmanlı kadırgalarını takip edecek durumda değildi. Sokullu kısa
zamanda donanmayı yenileyerek yeniden Akdeniz'e indirdi. Venedik bu
durum karşısında yeni bir savaşı göze alamadı ve Osmanlılara vergi
vermeyi kabul etti. Kılıç Ali Paşa komutasındaki donanma Tunus'u
yeniden Osmanlı topraklarına kattı (1574). Bu esnada II.Selim ölmüş ve
yerine III. Murat geçmişti. Bu padişah devrinde, Şah Tahmasp'ın
ölümüyle çalkanan İran'a savaş açıldı (1576) Gürcistan ve Azerbaycan'ın
büyük bir kısmının ele geçirilmesiyle neticelenen ilk seferden sonra
savaş 15 yıl sürdü. Bu uzun savaş ile daha fazla yıpranmak istemeyen
Osmanlı Devleti ile İran arasında 1590'da bir barış anlaşması yapıldı.
Yine bu dönemde başlayan Türk-Macar Savaşı I.Ahmet devrine kadar devam
etti. Don ve Volga nehirlerini birleştirmeyi amaçlayan kanal projesi
ile Süveyş kanalı teşebbüsünün mimarı olan Sokullu'nun 1579'daki ölümü
ile Osmanlı Devleti büyük bir yara almıştır. Özellikle III.Murat'ın
oğlu III.Mehmet'in (1595-1604), hükümet işlerini annesine bırakıp, bir
köşeye çekilmesi Osmanlı'yı XVII. yüzyılda daha kötü yılların
bekleyeceğinin âdeta habercisi idi.

Duraklama Dönemi ve Son Başarılar

III. Mehmet zamanında Avusturya'ya karşı devam ettirilen savaşlarda
Eğri, Kanije ve Haçova zaferleri elde edilmişse de I. Ahmet
(1604-1617), Zitvatorok Antlaşmasını imzalayarak (1606), Osmanlının,
Avrupa'daki üstünlüğünün sona erdiğini bir anlamda kabul ediyordu. Her
ne kadar ele geçen topraklar bu anlaşmayla Osmanlıda kalıyorsa da,
artık iki devletin "eşit" sayıldığı hükme bağlanmıştı. XVI.yüzyıl
başlarından itibaren Avusturya ve İran'la girilen uzun savaşlar,
ehliyetsiz idareciler, liyakatin yerini iltimas ve rüşvetin alması,
buna bağlı olarak devletin askerî ve iktisadî düzeninin temelini
oluşturan timar sisteminin bozulmaya başlaması, devletin güç ve
otoritesini, halkın huzur ve asayişini güvenliğini sarsmıştır. XVII.
yüzyıla girilirken bu olumsuz şartlar, anarşinin artmasına sebep
olmuştur. Merkez ve taşra teşkilâtında görülen bozulmalar, pek çok
isyanın çıkmasını ve dolayısıyla devlet nizamının sarsılmasını
beraberinde getirmiştir. Bu isyanları üç grupta toplamak mümkündür;
Taşrada çıkan Celalî İsyanları, Eyalet isyanları ve İstanbul merkezli
kapıkulu isyanları. Celalî isyanlarının en önemli sebepleri, yukarıda
da belirttiğimiz gibi, devletin uzayan savaşlara bağlı olarak azalan
gelirlerini karşılayabilmek için vergileri artırması, timar
sistemindeki bozulmalar ve köylünün artan vergilere karşı
huzursuzlukları idi. Halkın devlete olan güveninin sarsılması,
isyancıların gücünü daha da artırıyordu. Kalenderoğlu, Karayazıcı, Deli
Hasan gibi Celâlîlerin isyanlarına, medrese öğrencisi suhteler ve
başıboş leventlerin isyanları da eklenince, devlet isyanları bastırmada
oldukça zorlandı. Bu isyanlar yüzünden özellikle Anadolu'da dirlik ve
düzenlik kalmadığı gibi, iktisadî durum da oldukça bozulmuştur. Yine bu
otorite boşluğu nedeniyle Erzurum ve Sivas gibi yerlerin valileri ile
Yemen, Bağdat, Eflâk, Boğdan gibi bağlı eyaletlerin yerli yöneticileri
de isyan etmişlerdi.

İstanbul'daki yeniçerilerin ulûfelerini zamanında alamamalarını bahane
ederek çıkardıkları isyanlar doğrudan sarayı hedef almıştır. Fesat
yuvası hâline gelen Yeniçeri Ocağı'nı düzenlemek isteyen II. Osman
(1618-1622) yeniçerilerin hışmına uğramış, isyancılar sarayı basmıştır.
Yeniçeriler, Genç Osman'ı tahttan indirerek yerine, III. Mehmet'in
kardeşi I.Mustafa'yı getirmişler ve bununla da kalmayarak, Genç Osman'ı
Yedikule Zindanlarında katletmişlerdir. Bu olay yeniçerilerin bir
padişahı tahttan düşürüp, katletmelerinin ilk örneği olması açısından
dikkat çekicidir.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:35

Yeniçerilerin başa geçirdiği I.Mustafa'nın bir yıl sonra ölmesiyle,
Osmanlı tahtına IV. Murat geçer (1623-1640), genç padişah,
hâkimiyetinin ilk on yılında devlet idaresindeki inisiyatifi valide
Kösem Sultan'a bırakmış ve güçlenene kadar fesat çıkaranlara karşı
tedbirli davranmıştır. Ancak saraydaki huzursuzluk ve Anadolu'da
yeniden patlak veren isyanların tehlikeli boyutlara ulaşması üzerine
1632'de duruma müdahale eden IV. Murat, kısa zamanda otoriteyi tesis
etmiştir. Sert tedbirlerle nifak çıkaranları, şeyhülislâm ve kardeşleri
de dahil, öldürtmekten çekinmemiş, boşalan devlet hazinesini yeniden
çeki düzene koymuştur. Toparlanan Osmanlı Devleti, Bağdat'ı ele geçiren
İran'a savaş açtı. IV. Murat, ünlü seferiyle Bağdat'ı geri aldı (1638).
İran ile yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşmasıyla (1639), bugünkü sınırlara
yakın olan Türk-İran sınırı yeniden çizildi.

1640'ta, IV. Murat'ın ölmesi üzerine yerine kardeşi I. İbrahim
geçti(1640-1648). Fakat onun sekiz yıllık saltanatında devlet her
açıdan kötülemeye başlamıştı. Sonunda 1648 yılında o da öldürüldü ve
çocuk yaştaki IV. Mehmet Osmanlı tahtına çıkarıldı (1648-1687). Harem
ve Yeniçeri Ocağı devlet işlerine istedikleri gibi müdahale eder
olmuşlardı. Bu kötü gidiş 1656'da Köprülü Mehmed Paşa'nın sadrazamlık
vazifesine getirilmesine kadar devam etti.Köprülü Mehmet Paşa ve onun
ailesinden olan diğer sadrazamlar XVIII. yüzyıl başlarına kadar Osmanlı
Devleti'nin idaresinde belirleyici bir rol oynamışlardır. Köprülüler
Devri olarak bilinen bu dönemde geçici de olsa bir istikrar sağlanmış
ve Osmanlılar son fetihlerini bu devirde gerçekleştirebilmişlerdir.
Köprülü Mehmet Paşa, içerde sükûneti sağladığı gibi, Venediklilerin
eline geçmiş olan Bozcaada ve Limni'yi geri alıp, Çanakkale Boğazı'nı
ablukadan kurtardı. Köprülü Mehmet Paşa öldüğünde, padişah yine geniş
yetkilerle oğlu Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'yı sadarete getirdi(1661).
Erdel işlerine karışan Avusturya'ya karşı başlatılan savaşta Fazıl
Ahmet Paşa, Uyvar'ı fethetti. Avusturya yapılan anlaşmayla, Erdel ile
Uyvar ve Neograt kalelerinin Osmanlı hâkimiyetinde olduğunu kabul etti.
Uzun süredir kuşatılan, Venedik'in elindeki Girit, Kandiye Kalesi'nin
düşmesiyle Osmanlı hâkimiyetine girdi(1669). Lehistan'a yapılan sefer
sonucunda Podolya da Osmanlı topraklarına katıldı (1676).
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Türk Tarihi Empty Geri: Türk Tarihi

Mesaj tarafından By_Çeri 01.06.08 12:36

Büyük başarılara imza atan Fazıl Ahmet Paşa'nın genç yaşta ölmesi
üzerine, IV. Mehmet, Köprülü'nün damadı Kara Mustafa Paşa'yı
sadrazamlığa getirdi(1676).

Kara Mustafa Paşa, Çehrin'i ele geçirdi (1678). Bu zaferden sonra,
Ruslar, Dinyeper nehrinin sağında kalan toprakları Osmanlılara bırakmak
zorunda kaldıkları ilk anlaşmayı Türklerle yapmıştır (1681). Zaferlerin
devamı getirerek Osmanlı'yı yeniden Avrupa'daki en geniş sınırlara
ulaştırmak isteyen Kara Mustafa Paşa, Orta Macaristan'da, Katolik
Avusturya'ya karşı isyan eden Protestan Macarları himayesine aldı. İmre
Tököli Osmanlılar tarafından Orta Macaristan kralı olarak tanındı.
Mustafa Paşa, büyük bir orduyla Viyana'ya sefer düzenledi. Kanuni'nin
ele geçiremediği Avusturya'nın merkezi Viyana'ya karşı başlatılan bu
ikinci sefer boyunca Osmanlılar hiçbir direnmeyle karşılaşmadılar.
1683'te kuşatma başladığında, Avusturya imparatoru çoktan şehri
terketmişti. Ancak kuşatmanın uzun sürmesi, Lehistan ve Alman
askerlerinin, şehrin imdadına yetişmesiyle neticelendi. İki ateş
arasında sıkışan Kara Mustafa Paşa, büyük bir bozguna uğradı. (12 Eylül
1683). Osmanlılar Belgrat'a kadar geri çekilmek zorunda kaldı. Viyana
bozgunu, sadrazamın Belgrat'ta hayatına mal olmuştu. Osmanlı devletine
karşı Avusturya, Lehistan, Malta, Venedik ve son olarak Rusların
katıldığı(1696) büyük bir ittifak oluşturuldu. Osmanlılar dört cephede
bu ittifaka karşı mücadele verdiği sırada, içte de huzursuzluk
artmaktaydı. IV. Mehmet tahttan indirilmesiyle yerine II. Süleyman
(1687-1691) , II.Ahmet (1691-1695) devirlerinde huzursuzluk devam etti.
Bu dönemde yine bir Köprülüzade olan Fazıl Mustafa Paşa, ordu ve
maliyeyi düzene koymaya yönelik başarılı icraatlerde bulunmuş ise de
aynı aileden Hüseyin ve Nu'man Paşalar, sadaret makamında başarı
sağlayamamışlardı.

II. Mustafa (1695-1703), Viyana bozgunu ve ardından gelen toprak
kayıplarını önlemek amacıyla üç kez Avusturya'ya sefer düzenledi, ilk
iki seferde kısmen başarı sağlandıysa da son seferde Osmanlı ordusu
Zenta denilen yerde bozguna uğradı. Bunun üzerine İngiltere'nin araya
girmesiyle Osmanlılar, ittifak güçleriyle Karlofça Antlaşması'nı
imzalamak zorunda kaldı (26 Ocak 1699). 25 yıl için geçerli olacak bu
anlaşma sonunda, Avusturya'ya Macaristan'ın büyük bir bölümü ve Erdel,
Venediklilere Dalmaçya kıyıları ve Mora, Lehistan'a ise Podolya ve
Ukrayna bırakılıyordu. Rusya ile yapılan üç yıllık ayrı bir anlaşma ile
de Azak Kalesi Ruslara terk ediliyor ve onların İstanbul'da daimî bir
elçi bulundurmaları kabul ediliyordu. Karlofça Antlaşması, Osmanlıların
toprak kaybıyla neticelen şimdiye kadar imzaladıkları en ağır anlaşma
idi.

I.Edirne Vakası adı verilen bir ayaklanma ile Osmanlı tahtına III.
Ahmet geçirildi (1703-1730). Rusya bu dönemde hem Doğu Avrupa hem de
Karadeniz istikametinde topraklarını genişletme gayesini gütmekteydi.
Poltova yenilgisinden sonra Osmanlılara sığınan İsveç Kralı XII. Şarl,
iki ülke arasında yeniden bir savaşın başlaması için bir vesile oldu.
Bu savaş ile Osmanlılar, Karlofça'da kaybettikleri toprakları tekrar
kazanma fırsatını bulacaktı. Nitekim Prut'ta sıkıştırılan Ruslar
(1711), anlaşma yaparak, Azak'ı terk etmek zorunda kaldılar. Karadağ'da
isyan çıkartan Venedik'e karşı açılan savaşlarda ise işgal altındaki
Mora kurtarıldı. (1715). Bu başarılar üzerine, sıranın kendisine
geldiğini düşünerek harekete geçen Avusturya, Osmanlıları yenilgiye
uğrattılar.

Temeşvar ve Belgrat düştü. Osmanlılar Pasarofça Antlaşmasını
imzalayarak (1718), Temeşvar ve Belgrad ile birlikte Küçük Eflâk ve
Kuzey Sırbistan'ı Avusturya'ya bıraktı. Dalmaçya kıyılarındaki bazı
kalelerin Venedik'e terki mukabilinde Mora muhafaza edildi.
Osmanlılardın Balkanlar ve Orta Avrupa seferleri için staratejik bir
mevkiide olan Belgrat'ın düşmesi, ağır sonuçlar doğurmuştur. Avusturya,
Belgrat'tan Balkan içlerine sarkmakta daha başarılı olacaktır.

Lâle Devri:

Pasarofça Antlaşması neticesinde ortaya çıkan barışı iyi kullanmak
isteyen Osmanlılar, artık Avrupa karşısında savunma durumunda
kalacağını anladığından, Balkanlardaki sınır kalelerini tahkim etme,
bölge halkını yanında tutmak için vergileri azaltma siyaseti uygulamaya
ağırlık vermekteydi. Damat İbrahim Paşa, Osmanlılara üstünlük kurmuş
olan Avrupa'yı her yönüyle tanımak için Avrupa başkentlerine elçiler
göndertti. 1718-1730 yılları arasındaki bu dönem, sanatta lâle
motifinin işlenmesi sebebiyle "Lâle Devri" adıyla anılmaktadır. Bu
dönemde matbaa açılması, çini ve kumaş fabrikası kurulması gibi bazı
müspet yenilikler yapılmışsa da, III. Ahmet ve saray çevresinin şaşalı
eğlenceleri ve harcamaları huzursuzluğu artırmaktaydı. Damat İbrahim
Paşa'nın, İran'a karşı başlatılan savaşta (1722) kesin netice alamaması
ve uzayan savaş esnasında Tebriz'in sadrazamın gizli emriyle İran'a
terk edildiği haberi, muhalefetin harekete geçmesine yetti.

Patrona Halil Ayaklanması'nın patlak vermesiyle bu dönem sona eriyordu.
Damat İbrahim Paşa ve yakınlarıyla Sultan III. Ahmet asiler tarafından
katledildiler (1730)Bu olayın ardından III. Ahmet'in yeğeni I.Mustafa
hükümdarlığa getirildi. (1730-1754). Kafkaslardaki sınır olaylarını
bahane eden Rusya, Kırım Tatarlarına karşı büyük bir saldırı başlattı.
Azak ve Bahçesaray Rusların eline geçti (1739). Fransa'nın da
teşvikiyle Osmanlılar, Rusya'ya karşı savaş ilân etti. Rusya'nın
yanında savaşa katılan Avusturya da, Eflâk ve Boğdan'a girmişti.
Osmanlılar iki cephede de büyük başarılar kazandılar. Prusya, Fransa ve
İsveç'in Osmanlılara yakınlaşması, Osmanlılar karşısında ummadıkları
bir yenilgi tadan Rusya ve Avusturya'yı barış yapmaya zorladı. Bu savaş
sırasında tekrar Osmanlıların eline geçen Belgrat'ta bir anlaşma
imzalandı (18 Eylül 1739). Belgrat Anlaşmasıyla, Avusturya, Pasarofça
barışıyla elde ettikleri tüm topraklardan geri çekildiler. Ruslar da
Azak'ı terkederek bölgedeki kıyı ve deniz ticaretinin Osmanlı
gemileriyle yapılmasını kabul etti. Bu anlaşma geçici de olsa
Osmanlıların toparlanmasını sağlamıştır. Savaşta Türklerin tarafını
tutan Fransa'yla, Kanuni döneminde tanınan imtiyazları genişleten ve
süre tahdidi koymayan yeni bir kapitülâsyon antlaşması imzalanmıştır
(1740). Damat İbrahim Paşa zamanında başlayan İran savaşları Lâle
Devri'nden sonra da devam etmekteydi. Ruslar, çöküş dönemine giren
Safavilerin elindeki Azerbaycan ve Dağıstan'ı işgal etmişlerdi.

Şirvan halkının talebi üzerine Osmanlılar duruma müdahale etmiş, iki
ülke arasında çıkabilecek savaş Fransa'nın araya girmesiyle önlenmişti.
Rusya'nın kuzeydeki işgaline karşın Osmanlılar da Güney Azerbaycan'ı
topraklarına kattılar. Şah Tahmasp 1732'de Osmanlılar ile barış yaptı.
Bu durumu kabullenemeyen Afşar Nadir Bey, Şah Tahmasp'ı devirerek kendi
hâkimiyetini ilan etti (1736). Osmanlılar bazı toprakları Nadir Han'a
bırakmaya razı oldu. Her iki taraf için de yıpratıcı olan bu uzun
savaşlar, Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla çizilen sınırların aynen kabul
edildiği 1746 anlaşmasıyla son bulmuştur.

I.Mahmut döneminde, başarılı savaşların yanı sıra, ordu içinde de yeni
düzenlemelere gidilmiştir. Aslen Fransız olup Osmanlı hizmetine girerek
beylerbeyi olan Ahmet Paşa, Humbaracı Ocağı'nı kurarak (1734), batı
savaş tekniklerini burada hayata geçirmiş idi. I.Mahmut'un üvey kardeşi
III.Osman'ın (1754-1757) yerine geçen, amcaoğlu III. Mustafa
(1757-1773) zamanında da ordu içerisinde bazı ıslahatlar devam
ettirilmiştir. Nitekim onun döneminde Tophane ıslah edilerek yeni ve
güçlü toplar dökülmüş, donanma yenilenmiştir. Ancak, Rusya ile başlayan
harpler bu yeniliklerin yeterli olmadığını gösterecektir.

Gerileme Dönemi ve
Gerilemeyi Durdurdurma Çabaları

1764 yılında Rusya, Osmanlıların toprak bütünlüğünü garanti ettiği
Lehistan'ı işgal etmiş ve kaçan mülteciler Osmanlı sınırını geçen
Ruslar tarafından katledilmiştir. Bu olay üzerine Osmanlı Devleti
Rusya'ya savaş ilân etmiştir(1768). Ruslar, Baserabya ve Kırım'ı işgal
ettikleri gibi, İngilizlerin de yardımıyla, Baltık filosonu Akdeniz'e
göndererek, Mora Rumlarını isyana teşvik etmişler ve Çeşme'de demirli
Osmanlı donanmasını gafil avlayarak, gemileri yakmışlardır. Bu arada
Mısır'da da bir isyan hareketi başlamıştır. Ruscuk ve Silistre
önlerinde Osmanlı kuvvetlerinin mevzii başarılar kazanmasının ardından
II. Katerina, Lehistan işini halletmeyi plânladığından Osmanlılarla
anlaşma yapmayı kabul etmiştir. I.Abdulhamit'in (1773-1789) başa
geçmesinden sonra imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile (21 Temmuz
1774) Kırım Hanlığı Osmanlıdan kopartılarak sözde bağımsız bir devlet
olmuş, Baserabya, Eflâk, Boğdan Osmanlılarda kalmış, ancak Azak ve
Kabartay bölgesi Rus hâkimiyetine geçmiştir. Ruslar bu anlaşmayla
İngiltere ve Fransa'ya tanınan kapitülâsyonları da kazanmış ve her
yerde konsolosluk açma hakkını elde ederek, Osmanlının iç işlerine
karışabileceği bir ortamı kendine hazırlamıştır. Nitekim 1783'te
Kırım'ı işgal ve ilhak eden Rusya, Karadeniz'e hâkim olarak, sıcak
denizlere inme politikasını gerçekleştirme yönünde büyük bir adım
atmış, Ortadoksları himaye bahanesiyle de Balkanlardaki nüfuzunu
kuvvetlendirmiştir.

Rusya'nın nihaî amacı, İstanbul'u ele geçirerek Bizans'ı yeniden
diriltmek idi. İşte bu maksatla, Osmanlı Devleti'ni taksim etmek üzere
Avusturya ile gizli bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmayı haber alan
Osmanlı Devleti, Prusya ve İngiltere'nin de tahrikiyle Rusya'ya karşı
savaş açtı. Halkın infialine neden olan Kırım'ı geri almak Osmanlının
en büyük arzusuydu. Ancak bu savaşa Rusya'nın müttefiki olan
Avusturya'nın da katılmasıyla, Osmanlılar iki cephede birden mücadele
etmek zorunda kaldılar(1788). Avusturya'ya karşı iki kez savaş
kazanıldı. Belgrat ve Banat ele geçirildi. Ancak Rusya'ya karşı doğu
cephesinde başarı sağlanamadı. Bu tarihlerde Osmanlı tahtına III. Selim
çıkmıştı (1789-1807). III. Selim İsveç ile bir anlaşma yaparak Rusya'ya
karşı bir müttefik kazanmıştı. Ancak Rusya Bükreş ile Küçük Eflâk'ı
almış, ardından da Belgrat ve Bender düşmüştü. 1790'da Avusturya
İmparatoru II.Joseph ölünce iç ayaklanmalar baş göstermiş ve Fransız
ihtilalinin etkileri bu ülkede de hissedilmeye başlanmıştı. Bunun
üzerine yeni İmparator II.Leopold, Ziştovi anlaşmasını imzalayarak
Osmanlılarla olan savaşı sona erdirdi (1791). Bu anlaşma mevcut
statükoyu muhafaza eden maddelerden ibaretti. Rusya ile de, İspanya'nın
aracılığıyla Yaş Barış Antlaşması imzalandı (1792). Rusya'nın savaş
sırasında işgal ettiği yerlerden sadece Özi, anlaşmayla verilmiş
oluyordu. Hem Avusturya hem de Rusya bu anlaşmalarla, Fransa ve
Lehistan'daki gelişmelere dikkatlerini verirken, Osmanlı Devleti de
gerekli ıslahatları yapmak için bir soluklanma zamanı bulabilecekti.

19. y.y. Osmanlı Devleti'nde Islahat Çabaları

Nizam-ı Cedit

İyi bir eğitim görmüş olan III. Selim bu barış döneminden faydalanarak,
devlet içinde, özellikle askerî alanda, ıslahatlar yapmak istiyordu. Bu
maksatla, Nizâm-ı Cedit adı verilen ilk ıslahat hareketiyle, yeni bir
ordu kurdu(1793). Yeniçeri Ocağı'nı kaldıramayacağını bildiğinden,
öncelikle Nizâm-ı Cedid denilen bu orduyu batılı tarzda düzenleyip,
başarısını kanıtlamak gerekliydi. Ancak bundan sonra Yeniçeri Ocağı
lağvedilebilirdi. Fakat kendileri aleyhine ortaya çıkan gelişmelerden
endişe duyan Yeniçeriler, bazı devlet adamlarını da yanlarına çekerek
yeniliklere karşı çıktılar ve isyan ettiler. Üstelik bu arada Napolyon
Bonapart, bir orduyla Mısır'ı işgale başlamıştı (1798). Osmanlılar,
Rusya, İngiltere ve Sicilya'nın da menfaatlerine dokunan Fransız
işgaline karşı harekete geçti. Ehramlar savaşıyla, Mısır'ı ele geçirip,
kuzeye yönelen Bonapart, Akka'da Osmanlı savunmasını geçemedi (1799).
Kuşatmayı kaldıran Napolyon geri dönerken, yerine bıraktığı ordu
komutanları da mağlûp edildiler. Neticede Fransızlar Mısır'ı terk etmek
zorunda kaldı(1801). Fransa'yı barışa zorlayan önemli bir sebeplerden
birisi de, Akdeniz'de Rus ve Türk donanmalarının iş birliği yapmaları,
İngiltere'nin Fransız savaş ve ticaret gemilerini taciz etmesiydi.
Fransa'nın Akdeniz ve Orta Doğu'daki ticarî menfaatlerinin zedelenmesi
onları barışa zorlamaktaydı.

1802'de imzalanan anlaşmayla Fransa bölgede yine ticaret yapma
güvencesi almış ve kapitülâsyon hakkını elde etmiştir. Bu olayı bahane
ederek Akdeniz'e inen Rus donanması, Osmanlı donanmasıyla birlikte
Fransa'nın elindeki bazı adaları ele geçirmiş idi. Fakat halk, ebedî
düşman olarak gördüğü Rusya ile iş birliği yapılmasına büyük tepki
göstermiş ve bunun sonunda III. Selim'e ve ıslahatlarına karşı cephe
genişlemişti. Üstelik Napolyon'un, Orta Doğu'da Araplara yönelik
propagandasının da etkisiyle bölgede bazı isyanlar çıkmıştı. Böylece
Bulgaristan ve Sırbistan'da çıkan isyanlara bir de Suriye'de ve
Hicaz'da çıkan isyanlar eklenmiş oluyordu. Vehhabiler ayaklanarak,
1803-1804'te Mekke ve Medine'yi ele geçirmişlerdi. Osmanlıların tekrar
Fransa ile yakınlaşmaları, İngiliz ve Rusları harekete geçirmiş ve
sonunda Rusya Eflak ve Boğdan'ı işgal etmişti. Bu savaş sürerken
Nizâm-ı Cedit'in Rumeli''ye de kaydırılmasından memnun olmayan
isyancılar Şehzade Mustafa'nın tahrik ve teşvikiyle birleşerek İkinci
Edirne Vak'ası denilen büyük bir ayaklanma başlatmışlardı (1806).
Neticede İstanbul'da patlak veren Kabakçı Mustafa İsyanı III. Selim'in
sonunu hazırladı. Saraya giren isyancılar III. Selim'i tahttan
indirerek yerine IV. Mustafa'yı tahta geçirdiler (29 Mayıs 1807).
Nizâm-ı Cedid lağvedildi. Fakat III.Selim'e bağlı olan Ruscuk
bayraktarı Mustafa, yenilik taraftarlarıyla birleşerek, karşı darbede
bulundu. Amacı III. Selim'i yeniden tahta çıkarmaktı. IV. Mustafa'nın,
sabık padişahı öldürttüğünün öğrenilmesi üzerine, kardeşi II.Mahmut
başa geçirildi (28 Temmuz 1808).
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Türk Tarihi Left_bar_bleue100/100Türk Tarihi Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

1 sayfadaki 2 sayfası 1, 2  Sonraki

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz