Bidly
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Körü körüne inanmak mı?

Aşağa gitmek

Körü körüne inanmak mı? Empty Körü körüne inanmak mı?

Mesaj tarafından By_Çeri 22.08.08 10:21

Körü körüne inanmak mı?


Sual:
(Allah varsa, ilim ile ispat edilen bir delili olması gerekir. Bizim
gibi modern insanlar, bir şeye körü körüne inanmaz) diyenlere ne cevap
vermek gerekir?
CEVAP
İstisnalar hariç, bütün fen
adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının
bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen, ne kadar ilerlerse
ilerlesin, insanların bir karıncayı, bir kuşu, bir balığı yaratması
mümkün değildir. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok
intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar.

Etrafımızı
beş duygu organımızla tanıyoruz. His organlarımız olmasaydı, hiçbir
şeyden haberimiz olmayacaktı. Kendimizi bile bilemezdik. Yürüyemez, bir
şey yapamaz, yaşayamazdık. Anamız, babamız olmaz, var olamazdık.
Ruhumuza tatlı gelen şeyleri anlamaz, hoş sesleri duymaz, güzel
olanları görmezdik. Allah�ımıza yalnız duygu organlarımız için, ne
kadar şükür etsek, şükrünü ödemiş olamayız.

Duygu organlarımıza etki eden her şeye Varlık veya Mevcut diyoruz.
Kum, su, güneş birer varlıktır, mevcuttur; çünkü bunları görüyoruz. Ses
de bir varlıktır; çünkü işitiyoruz. Hava, bir varlıktır; çünkü elimizi
açıp yelpaze gibi sallayınca, havanın elimize çarptığını duyuyoruz.
Rüzgâr da yüzümüze çarpıyor. Bunun gibi, sıcaklık, soğukluk da birer
mevcuttur; çünkü derimizle bunları duyuyoruz.

Elektrik,
hararet, yani ısı ve mıknatıs gibi enerjilerin [kudretlerin] de mevcut
olduklarına inanıyoruz; çünkü elektrik akımının hararet ve mıknatıs
veya kimya reaksiyonları meydana getirdiğini, ısı gelince sıcaklık
olduğunu, ısı azalınca soğukluk olduğunu ve mıknatısın demiri çektiğini
his ediyoruz, anlıyoruz. (Ben havanın, ısının, elektriğin mevcut
olduklarına inanmam; çünkü bunları görmüyorum) sözüne yanlıştır
diyoruz; çünkü bunlar görülemezlerse de, kendilerini veya yaptıkları
işleri, duygu organlarımız ile anlıyoruz. Bunun için de, görülemeyen
birçok varlıklara inanıyoruz. Göremediğimiz için, yok olmaları lazım
gelmez diyoruz. Bunun gibi, (Ben Allah�a inanmam. Melek, cin gibi
şeyler yoktur. Var olsalardı görürdüm) sözü de doğru değildir. Akla,
fenne uygun olmayan bir sözdür.

Fen dersleri bildiriyor ki, ağırlığı ve hacmi olan varlıklara Madde
denir. Buna göre, hava, su, taş, tahta maddedirler. Işık, elektrik
akımı birer varlık iseler de, madde değildirler. Maddenin şekil almış
parçalarına, Cisim denir. Çivi, kürek, maşa, iğne birer
cisimdirler. Hepsi, aynı demir maddesinden yapılmışlardır. Duran bir
cismi harekete getiren, harekette olan bir cismi durduran veya
hareketini değiştiren sebebe Kuvvet denir. Duran bir cisme
kuvvet etki etmezse, hep durur. Hareket eden bir cisme, kuvvet etki
etmezse, hareketi değişmez ve hiç durmaz.

Maddelerin, cisimlerin ve maddelerde bulunan enerjilerin hepsine Âlem veya Tabiat denir.
Âlemde her cisim hareket etmekte, değişmektedir. Demek ki, her cisme,
her an çeşitli kuvvetler tesir etmekte, değişiklik hâsıl olmaktadır.
Cisimlerde meydana gelen değişikliğe Hadise veya Olay denir.

Bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir?
Cisimlerin
yok olduklarını, başka cisimlerin meydana geldiklerini görüyoruz.
Dedelerimiz, eski milletler yok olmuşlar, binalar, şehirler yok olmuş.
Bizden sonra da başkaları meydana gelecek. Fen bilgimize göre, bu
muazzam değişiklikleri yapan kuvvetler vardır. Allah�a inanmayanlar,
(Bunları tabiat yapıyor. Her şeyi tabiat kuvvetleri yaratıyor)
diyorlar. Bunlara deriz ki, bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri
ile mi bir araya gelmiştir? Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan
çarpan dalgaların tesiri ile bir araya yığılan çöp kümesi gibi bir
araya yığılmışlar mıdır? Otomobil tabiat kuvvetlerinin çarpmaları ile
mi hareket etmektedir? Bize gülerek, hiç böyle şey olur mu? Otomobil,
akıl ile, hesap ile, plan ile, birçok kimselerin, titizlikle çalışarak
yaptıkları bir sanat eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akıl, fikir
yorarak, hem de trafik kaidelerine uyarak, şoför tarafından
yürütülmektedir demez mi?

Tabiattaki her varlık da, böyle bir
sanat eseridir. Bir yaprak parçası, muazzam bir fabrikadır. Bir kum
tanesi, bir canlı hücre, fennin bugün biraz anlayabildiği ince
sanatların birer meşheri, sergisidir. Bugün fennin buluşları,
başarıları diye öğündüklerimiz, bu tabiat sanatlarından birkaçını
görebilmek ve taklit edebilmektir. İslam düşmanlarının, kendilerine
önder olarak gösterdikleri, İngiliz doktoru Darwin bile, (Gözün
yapısındaki sanat inceliğini düşündükçe, hayretimden tepem atacak gibi
oluyor) demiştir. Bir otomobilin tabiat kuvvetleriyle, tesadüfen hâsıl
olacağını kabul etmeyen kimse, baştanbaşa bir sanat eseri olan bu âlemi
tabiat yaratmış diyebilir mi? Elbette diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli,
sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına inanmaz mı? Tabiat
yaratmıştır, tesadüfen var olmuştur demek, cahillik, ahmaklık olmaz mı?
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Körü körüne inanmak mı? Left_bar_bleue100/100Körü körüne inanmak mı? Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Körü körüne inanmak mı? Empty Geri: Körü körüne inanmak mı?

Mesaj tarafından By_Çeri 22.08.08 10:22

O her şeyi en güzel, en faydalı olarak yarattı
Allahü teâlâ
her şeyi en güzel ve en faydalı olarak yarattı. Mesela, yer küresini
güneşten yüz elli milyon kilometre uzakta yarattı. Daha uzakta
yaratsaydı, hiç sıcak mevsim olmaz, çok soğuktan ölürdük. Daha yakın
yaratsaydı, çok sıcak olur, hiçbir canlı yaşayamazdı.

Etrafımızı
saran hava, hacmen % 21 oksijen, % 78 azot ve on binde 3 karbondioksit
gazlarının karışımıdır. Oksijen hücrelerimize kadar girip, oraya gelmiş
olan gıda maddelerini yakarak, bize kuvvet, kudret veriyor. Oksijenin
havadaki miktarı daha çok olsaydı, hücrelerimizi de yakar, hepimiz kül
olurduk. Miktarı 21 den az olsaydı, gıdalarımızı yakamazdı. Yine,
hiçbir canlı yaşayamazdı.

Yağmurlu, şimşekli havalarda,
oksijen azotla birleşerek, havada nitrat tuzları hâsıl olup, yağmurla
toprağa iniyor. Bunlar, nebatatı besliyor. Nebatlar da, hayvanlara,
hayvanlar da insanlara gıda oluyor. Görülüyor ki, rızkımız semada hâsıl
olmakta, göklerden yağmaktadır. Havadaki karbon dioksit gazı,
dimağçedeki kalb ve teneffüs merkezlerini tembih ediyor, çalıştırıyor.
Havadaki karbon dioksit miktarı azalırsa, kalbimiz durur ve nefes
alamayız. Miktarı artarsa boğuluruz. Karbon dioksit miktarının hiç
değişmemesi lazımdır. Bunun için de, denizleri yarattı. Karbon dioksit
miktarı artınca, kısmi tazyiki de artıp, fazlası denizlerde eriyerek,
sudaki karbonat ile birleşerek, onu bi-karbonat haline çeviriyor. Bu
da, dibe çökerek deryaların dibinde çamur tabakası hâsıl oluyor. Havada
azalınca, çamurdan ayrılıp suya ve sudan havaya geçiyor. Bütün canlılar
havasız yaşayamaz. Bunun için, havayı, her yerde, her canlıya
çalışmadan, parasız veriyor ve ciğere kadar gönderiyor. Susuz da
yaşayamayız. Suyu da her yerde yarattı; fakat susuzluğa daha fazla
tahammül edildiği için, bunu arayıp bulacak, taşıyacak şekilde yarattı.
İnsanlar, bunları yapmak şöyle dursun görebilenlere, anlayabilenlere ne
mutlu!

On adet taş ve kâinattaki sayısız düzen
Allahü
teâlânın, sayamayacağımız kadar çok nizam ve ahenk içinde, halk ettiği
[yarattığı] sayılamayacak kadar çok varlıklar tesadüfen olmuştur
diyenlerin sözleri cahilcedir. Şöyle ki: Üzeri birden ona kadar
numaralanmış on taşı bir torbaya koyalım. Bunları elimizde torbadan
birer birer çıkararak, sırayla, yani önce bir numaralı, sonra iki
numaralı ve nihayet on numaralı olacak şekilde çıkarmaya çalışalım.
Çıkarılan bir taşın numarasının sıraya uymadığı görülürse, çıkarılmış
olan taşların hepsi hemen torbaya atılacak ve yeniden bir numaradan
başlamak üzere çıkarmaya çalışılacaktır. Böylece, on taşı numaraları
sırası ile ard arda çıkarabilmek ihtimali on milyarda birdir. On adet
taşın bir sıra dâhilinde dizilme ihtimali bu kadar az olursa,
kâinattaki sayısız düzenin tesadüfen meydana gelmesine imkân ve ihtimal
yoktur.

Gelişigüzel tuşlara basarak kitap yazılır mı?
Daktilo
ile yazmasını bilmeyen bir kimse, bir daktilonun tuşlarına gelişigüzel
mesela beş kere bassa, elde edilen beş harfli kelimenin Türkçe veya
başka bir dilde bir mana ifade etmesi acaba ne derece mümkündür? Şayet
gelişigüzel tuşlara basmakla bir cümle yazmak istenilse idi, bir mana
ifade eden bir cümle yazılabilecek mi idi? Kaldı ki, bir sayfa yazı
veya kitap teşkil edilse, sayfanın ve kitabın, tesadüfen belli bir
konusu bulunacağını sanan kimseye akıllı denilebilir mi?

Maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır
Cisimler
yok oluyor. Bunlardan, başka cisimler meydana geliyor ise de, bu işte,
yüz beş madde hiç yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor denilirse,
radyoaktif bozulmalar, elementlerin ve hatta atomların da yok
olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü haber vermektedir; hatta
Einstein adındaki Alman fizikçisi, bu dönüşmenin matematiksel formülünü
ortaya koymuştur.

Cisimlerin, maddelerin durmadan değişmeleri,
birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz olarak gelmiş değildir. Yani,
böyle gelmiş böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı
vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var
oluşlarının başlangıcı vardır demektir. Yani hiçbir şey yok iken, hepsi
yoktan yaratılmıştır demektir. İlk, yani birinci olarak maddeler yoktan
yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz
öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lazımdı; çünkü
âlemin sonsuz öncelerde var olabilmesi için, bunu meydana getiren
maddelerin daha önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için,
başkalarının bunlardan önce var olmaları lazım olacaktır. Sonrakinin
var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var olmazsa,
sonraki de var olmayacaktır.

Sonsuz önce demek, bir başlangıç
yok demektir. Sonsuz öncelerde var olmak demek, ilk, yani, başlangıç
olan bir varlık yok demektir. İlk, yani birinci varlık olmayınca,
sonraki varlıklar da olamaz. Her şeyin her zaman yok olması lazım
gelir. Yani, her birinin var olması için, bir öncekinin var olması
lazım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. Hepsinin yok olmaları
lazım olur.

Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak
gelmediğini, yoktan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu
göstermekte olduğu anlaşıldı. Âlemin yoktan var edilmiş olduğunu, o ilk
âlemden hâsıl ola ola, bugünkü âlemin var olduğunu anladık.

Âlemi
yoktan var eden bir yaratıcının bulunduğunu ve bu yaratıcının kadim
olması, yani hep var olması, hiç değişmeden, sonsuz var olması lazım
geldiğini, Şerh-i mevakıf kitabı, uzun ispat etmektedir.
Kısacası şöyledir ki, değişmek, başka şey olmak demektir. Yaratıcı
değişince, başka olur. Yaratıcılığı bozulur. Yaratıcının değişmemesi,
hep aynı kalması lazımdır. Âlemin sonsuz olamayacağını anlattığımız
gibi düşünürsek, değişmeyen yaratıcının kadim olması, sonsuz var olması
lazımdır. Bunun için, hiç değişmeyen sonsuz var olan bir yaratıcı
vardır. Bu hiç değişmeyen bir yaratıcının ismi Allah�tır.

Varlıklardaki düzeni düşünerek
Tıp
ve fen bilgilerini iyi bilen, mahlûklardaki sanat inceliklerini,
aralarındaki mükemmel bağlantıları gören ve anlayabilen aklı başında
bir kimsenin, Allahü teâlânın varlığına, birliğine, büyüklüğüne,
ilmine, kudretine inanmaması mümkün değildir. İnanmayanın cahil olması
yahut inatçı olması gerekir. Peygamber efendimiz, (Varlıklardaki düzeni düşünerek Allahü teâlâya iman ediniz) buyurmaktadır.
Astronomi okuyup da, yerküresinin, Ay�ın, Güneş�in ve bütün yıldızların
boşlukta dönmelerinde ve birbirlerinden uzaklıklarında bulunan düzeni,
hesapları anlayanın imanı kuvvetlenir.

Dağların, madenlerin,
nehirlerin, denizlerin, hayvanların, bitkilerin, hatta mikropların
yaratılmasında çeşitli faydalar vardır. Hiçbiri boş yere, lüzumsuz
yaratılmamıştır.

Bulutlar, yağmurlar, şimşekler ve
yıldırımlar, yer altındaki sular ve enerji maddeleri ve hava, kısaca
her varlık, belirli hizmetler yapmaktadır. İnsanlar, bu sayısız
mahlûkların, sayılamayacak hizmetlerinden bugüne kadar pek azını
anlayabilmiştir. Yaratıkları kavrayamayan insan aklı, bunların
yaratanını nasıl kavrayabilir? Onun büyüklüğünü biraz anlayabilen İslam
âlimleri, şaşkına dönüp, (Onu anlamak, anlaşılamayacağını anlamaktır) demişlerdir.

Dünyanın yaratılışı
Fen adamları diyor ki:
(Milyarlarca
yıl önce, bütün kâinat [evren] bir tek parçadan ibaret idi. Bu tek
parçanın ortasında birdenbire büyük bir infilak oldu ve bu tek parça
birçok parçalara ayrıldı. Parçaların herbiri başka bir yöne doğru
gidiyordu. Nihayet, bu parçaların bazıları birbirleriyle birleşerek
muhtelif gezegenler ve ayrı ayrı galaksiler, güneşler ve peykler
meydana getirdiler. Artık uzayda bir ilk patlamaya karşı bir mukavemet
kalmadığı için, bu gezegenler, uydular ve bunların içinde bulundukları
galaksiler uzayda kendi yörüngelerinde dönmeye ve yüzmeye devam
ettiler. Dünya, içinde Güneşin de bulunduğu bir galaksidir. Kâinatta
sayılamayacak kadar çok galaksi vardır. Kâinat, gittikçe genişleyen bir
sistemdir. Galaksiler yavaş yavaş Dünyadan uzaklaşıyor. Bir kere,
süratleri ışık hızına varırsa, artık öteki galaksileri görmeye imkân
kalmayacaktır. Daha kuvvetli teleskoplar yapmaya mecburuz.)

Fen
adamlarına, (Bu neticeye ne vakit ulaştınız?) denildiği zaman, (60
yıldan beri, bütün dünya fen adamları bu kanaatlerde birleşmiştir)
diyorlar. 60 yıl, dünya hayatında çok kısa bir fasıladır. Kur'an-ı
kerimde buyuruluyor ki:
(İnkârcılar, gökler ve yer küresi birbirlerine yapışıkken onları ayırdığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]

Demek
ki, dinimiz, fen adamlarının ancak 60 yıl kadar önce meydana
çıkarabildikleri Dünyanın yaratılışını, bundan 1400 yıl önce insanlara
bildirmiştir.

Biyologlar, hayatın başlangıcını şöyle anlatıyorlar:
(Hayatın
nasıl meydana geldiği bugün için şöyle açıklanıyor: Dünyanın ilk
havasında amonyak, oksijen ve karbonik asit vardır. Yıldırımların
etkileri ile bunlardan amino-asitler meydana geldi. Milyarlarca yıl
önce, ilk defa su içinde protoplazma husule geldi. Bunlardan ilk
amipler meydana çıktı. Hayat suda başladı. Sudan karaya çıkan canlılar,
havadan amino-asitleri alarak proteinli bünyeler meydana getirdiler.
Bütün canlılar sudan gelmektedir ve ilk canlılar suda teşekkül
etmiştir.)

Kısa bir zaman önce bulunan bu gerçek, Kur'an-ı kerimde şöyle bildiriliyor:

(İnkâr edenler, bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]

(İnsanı sudan yaratarak erkek ve kadın akrabalar yapan Allah�tır.) [Furkan 54]

(Yerin
yetiştirdiklerinden ve kendilerinden ve bilmedikleri birçok şeylerden
çift çift yaratan Allahü teâlâ, her türlü ayıp ve noksandan
münezzehtir.)
[Yasin 36]

Burada, bitkileri ve hayvanları inceleyenlere ve bunların yanında (Bilmedikleri şeyleri)
buyurarak, insanların ancak zamanla ve yavaş yavaş bulabildikleri, atom
enerjisi gibi, yeni kaynakları inceleyen ilim adamlarına imalar vardır.
Nitekim buyuruluyor ki:
(Gökleri ve yerleri yaratması, renklerinizin ve lisanlarınızın ayrı olması, Onun varlığının âyetlerinden
[işaretlerinden]dir. Burada âlemler için ibret vardır.) [Rum 22]

Ölüler nasıl dirilir?
Kendilerine
ateist denilen bazı kimseler, bütün kâinatın yoktan meydana geldiğini
kabul ettikleri halde, yok olanların, ölülerin tekrar dirileceğini
akılları almıyor. Ateistlere eskiden müşrik deniyordu. Bir müşrik,
eline bir insan kemiği alır, Resulullah efendimizin yanına gelir,
kemiği ufalayıp üfledikten sonra, meydan okurcasına (Ölülerin, dirilip
mahşere geleceğini söylüyorsun. Bu çürümüş kemik, nasıl dirilir?) diye
sorar. Resulullah efendimiz, (Elbette, kâinatı yaratan Allahü teâlâ, onu canlandırır ve seni de öldürüp, diriltir ve Cehenneme sokar) buyurur. Sonra şu âyetler nazil olur:
(İnsan
bilmez mi ki, biz onu bir damla nutfeden yarattık. O, apaçık düşman
kesilip kendi yaratılışını düşünmeden bize karşı örnek getirmeye
kalkışarak �şu çürümüş kemikleri kim diriltir� der. Ey Resulüm, de ki,
o çürümüş kemikleri, hiç yokken var eden, onu diriltir.)
[Yasin 77- 79]

Dirilişi bildiren üç âyet-i kerime meali:

(Öldükten
sonra bizi kim diriltir derler. De ki, sizi ilk defa yaratan Allah, can
verip, diriltir. Bunun üzerine onlar sana alaylı bir tarzda başlarını
sallayıp
�Ne zaman� derler. De ki, yakındır.) [İsra 51]

(Allah,
ölüleri diriltir ve her şeye hakkıyla kadirdir. Kıyamet vakti de gelir;
bunda elbette şüphe yoktur. Allah kabirlerdekileri diriltip kaldırır.)
[Hac 7]

(O gün yer yarılıp, halk kabirlerinden süratle çıkar. Bunları diriltip haşretmek bizim için kolaydır.) [Kaf 44]

Kâinatta tesadüflere yer yoktur
Sual:
Evrende her şeyin kendiliğinden, tesadüfen olması mümkün müdür?
CEVAP
Bu
bilgileri şu anda bilgisayarla yazıyoruz. Bu aletin kendiliğinden
olduğunu, bir ustasının olmadığını söylemek kadar anlamsız söz olmaz.
Kâinattaki diğer şeyler de böyledir. Bu muazzam kâinat, tesadüfen
olabilir mi? Basit bir örnek verelim:
Bilgisayarın klavyesindeki
tuşlara rast gele bassak, acaba anlamlı bir cümle meydana gelebilir mi?
Peki bir sayfa yazacak kadar tuşlara rast gele vursak veya bir kitap
olacak kadar tuşlara bassak, anlamlı, konusu olan bir kitap meydana
gelebilir mi? Bunu biz yaparsak, anlamsız da olsa bir kitap dolusu yazı
meydana gelir. Peki, klavye hiçbir etki olmadan kendi kendineçalışıp, anlamı ve konusu olan bir kitap yazabilir mi? Elbette mümkün değildir.

Bir
kayık yapıp denize açılmak istesek, önce odun bulmamız, sonra bundan
tahtalar çıkarmamız, bunları belli birer ölçüde keserek çivilerle
çakmamız gerekir. Sonra küreklerle çekerek istediğimiz yere
gidebiliriz. Acaba tahta, çivi, keser, usta gibi şeyler olmadan, kayık
kendiliğinden meydana gelir mi? Kendiliğinden istenilen yere gider mi?
Yani, bir ağaç kendiliğinden oldu, kendiliğinden kesildi, kalaslara
bölündü. Bu kalaslar kendiliğinden çivilenip kayık oldu. Bu kayık,
kendiliğinden bir deniz buldu. Kürekler kendi kendine çekiliyor, kayık
kendi kendine yüzüyor, rotasını biliyor ve istenilen yere gidiyor.
Bunun olması mümkün mü? Elbette mümkün değildir.

Bugün robotlar
yapılıyor. Muazzam işler yapıyorlar. Bu kayık örneğini bir robot
yapabilir; ama bu robotu da bir yapanın olması gerekiyor. Yani
kendiliğinden robot meydana gelmiyor.

Kitabın, kayığın,
bilgisayarın tesadüfen meydana geleceğini kabul etmeyen kimse,
baştanbaşa bir sanat eseri olan bu muazzam âleme tesadüfen yaratıldı
diyebilir mi? Yahut şuursuz, cansız tabiat yaratmıştır diyebilir mi?
Elbette diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir
yaratıcının yaptığına şeksiz, şüphesiz inanmaya mecbur kalır.

Kâinata
bakılınca, her şeyin bir düzen içinde olduğu, hiçbir şeyin başıboş
olmadığı görülür. İnsanların fezada saatte 1600 km. hızla dönmekte
olan, içi ateş dolu bir gezegen olan dünyanın üzerinde, yalnız yer
çekimi kuvvetiyle kalarak yaşaması ne büyük bir harikadır. Bu harikayı
tesadüfe bağlamak ne kadar yanlıştır.

İnsan kendine baktığı
zaman, bir damla sudan, göz, baş, kan, sinir gibi vücudunun bütün
organlarının, akıl ve ruhunun yaratılmış olduğunu görür. Bunu
kendisinin yaratmadığını, bir yaratıcının bulunduğunu zaruri olarak
bilir. Tesadüfen muazzam bir vücudun meydana geldiğini düşünmek akla da
uygun olmaz. Vücuttaki organların yerli yerinde yaratılışını, hiçbir
organda eksiklik ve fazlalığın bulunmayışını görür ve bunları yoktan
yaratanın kudretini anlar. Eğer anlamaktan aciz ise, o kişinin çok
ahmak olduğu anlaşılır.

Işık saçan Güneş, en uygun ısı ile
bitkilerin yetişmesini, bazılarının içinde ise, kimyasal değişikler
yaparak un, şeker ve daha nice gıda ve deva maddelerinin meydana
gelmesini temin eder. Halbuki, dünya kâinat içinde ufacık bir
varlıktır.

Güneş etrafında dönen gezegenlerden meydana gelen
ve içinde dünyanın da bulunduğu güneş sistemi, kâinat içinde bulunan ve
sayısı bilinmeyen pek çok sistemlerden sadece biridir. Güneşin
ışınlarının, 150 milyon km uzağındaki dünyaya ancak milyarda biri
gelmektedir. Sadece bu kadar bile arz-atmosfer makinesini çalıştırmaya
yetmektedir. Yani bütün canlıların hayatiyetlerini devam
ettirebilmeleri mümkün olabilmektedir.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Körü körüne inanmak mı? Left_bar_bleue100/100Körü körüne inanmak mı? Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Körü körüne inanmak mı? Empty Geri: Körü körüne inanmak mı?

Mesaj tarafından By_Çeri 22.08.08 10:23


Hayvanların özelliklerine bakalım
Allahü teâlâ, sayısız
hayvan yarattı. Bir kısmının zararından emin olmak, bir kısmının da
insanlara itaat etmesi için, onlara akıl vermedi. Mesela bir çocuk, bir
koyun sürüsünü güdebilir.

Et yiyen hayvanların kolay
avlanabilmeleri için, onlara sıçrama kabiliyeti, parçalayıcı dişler ve
pençe ihsan etti. Av veya polis köpeğini insanların menfaatine uygun
kabiliyette yarattı. Bazı hayvanları binmeye ve yük taşımaya elverişli,
bazılarının etinden, sütünden, derisinden, yününden, yumurtasından,
kemiğinden, dişlerinden istifade edilecek özellikte yarattı.
Nesillerini devam ettirebilmeleri için her hayvanın cinsine göre en
uygun şekilde üreme organlarını da yarattı.

Fil, hortumu
sayesinde yerden bir şey alıp ağzına götürür. Filin hortumu su içmeye
mahsus bir kap, yiyeceklerini toplayıcı bir el, nefes alacak bir burun,
sırtına yük yükleyecek bir kol, ağırlık kaldırıcı bir vinçtir. Allahü
teâlâ, fili binicilerinin faydalanacağı bir vasıta olarak yaratmış,
ayrıca özel anlayış kabiliyeti de vermiştir. Bu sayede ehlileştirilip
yük taşır ve savaşta kullanılır.

Zürafa, yüksek
yaylalarda, kayalık, ağaçlık yerlerde yaşar. Cenab-ı Hakkın kendisine
ihsan ettiği uzun boynu sayesinde diğer hayvanların yetişemediği,
çıkamadığı yüksek yerlerdeki otlardan, ağaçların tepesinden rızkını
temin eder.

Balık suda yaşar. Allahü teâlâ, balıkların
suda kolayca gidebilmeleri için yüzgeçler yarattı. Suda boğulup
ölmemeleri için akciğer yaratmadı. Su içindeki oksijeni alabilecek
solungaçlar yarattı. Balığın ayağı olmadığı halde suda çok süratli
hareket edebiliyor. Deniz üzerinde uçan kanatlı balıklar da vardır.
Mürekkep balığı tehlikeyi sezdiği zaman, derhal bir boya ifraz ederek,
ortalığı karartır ve görünmez olur, nereye gittiği anlaşılamaz.

Bukalemun,
hareket kabiliyeti az olduğu için düşmanlarından kaçamaz; fakat Allahü
teâlâ buna renk değiştirme özelliği vermiştir. Çevreye kolaylıkla uyar.
Kırmızı, yeşil veya sarı renge bürünebilir. Bulunduğu yerin rengine
uyarak, kamufle olur, düşmanlarından korunabilir. Gözleri her tarafa
dönebilecek şekilde yaratılmıştır. Bir gözüyle karşısına bakarken,
öteki gözüyle de arkasını görebilir. Öyle ki, avını veya düşmanını
başını çevirmeden görebilir. Vücudunun uzunluğu kadar dili vardır.
Arkasındaki avına kolayca ulaşabilir, dilini bir ok gibi fırlatır.
Dilinin ucu yapışkan olduğundan avını hemen yakalar. Dilin ucundaki
yapışkan kısma isabet eden avın kurtulma ihtimali yoktur. Her hayvanın
rızkını veren ve düşmanları için kendilerine uygun silahlar yaratan
Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur. Bunu ancak süper ahmak olanlar inkâr
edebilir.

Karınca, topladığı tanelerin yerdeki nem
sebebiyle yeşerip bitmemesi için taneleri parçalar. Islanan tanelerin
çürüyüp bozulmaması için de dışarı çıkarıp kurutur. Sellerin zarar
vermemesi için yuvasını yüksek yere yapar. Allahü teâlâ, topluluk
halinde yaşamayı, yardımlaşmayı, kış için azık toplamayı karıncaya
ilham etmiştir. Bu ilhamı veren cenab-ı Hakkın şanı çok yücedir.

Arı da
topluluk halinde yaşar. Her grup kendisine bir başkan seçer. Eğer
ikinci bir başkan çıkarsa onu öldürürler. Arı dışkılarını balın içine
koymaz. Dışarıya bırakır. Uzak yerlere gidip dolaştıktan sonra
şaşırmadan kovanını bulur. Balın imalini, yapısını, faydalarını, bal
mumunu, peteklerin altıgen şeklinde yapılışını anlatmak için
kitap yazmak gerekir. Akılları durdurucu duyguları arıya ilham eden
Allahü teâlânın hikmetlerini anlamak ve anlatmak mümkün müdür?

Karasinek,
altı ayaklı olarak yaratılmıştır. Dördüyle yürür, ikisi yedektir.
Yürüdüğü ayakları çamurlanırsa yedek ayaklarıyla bunları silip kurular.

Örümcek,
yuvasını yapmak ve avına tuzak kurmak için ağ deposuyla yaratılmıştır.
Kurduğu ağ, sineklerin ve bazı böceklerin ayaklarına takılır. Örümcek,
tuzağa yakalanan haşereyi, sıvı bir maddeyle etrafını sararak, her an
taze yiyebilmek için onu konserve haline getirir. Acıkınca biraz yer,
sonra yediği yeri mumyalar. Bütün bu işleri örümceğe ilham eden Allahü
teâlânın kudreti sonsuzdur.

İpekböceği gibi hangi modern
fabrika, ağaç yaprağından sağlam kumaş imal edebilir? İpekböceğine dut
yaprağı yemesini, ondan ipek imal etmesini ilham eden Allahü teâlâ,
insanların istifadeleri için neler yaratıyor. İpekböceği, zamanla
kelebek olur. Eğer kurt [larva] halinde kalsalardı, üremeleri mümkün
olmazdı. Bunlar tesadüf demek ahmaklıktan başka bir şey değildir.

Ayaksız yürüyen yılan, su içer, inek de su içer. Aynı su, birinde zehir, birinde süt olur.

Kaplumbağa tehlike görünce büzülüp taş haline gelir.

Kirpi keven dikeni gibi büzülür. Ateş böceği ışık saçar.

Tahtakurusu,
kan emmek için duyargasının ısı ve koku alma yoluyla kan emeceği insanı
tanır; çünkü böceğin duyargası hassas bir antendir. Bununla, hafif bir
ısının yol açtığı hava dalgasını fark eder. Kanını sevdiği bir insanın
etrafına birkaç sıra kanını sevmediği kişilerden barikat kurulsa,
tahtakurusu hepsini geçip kanını sevdiği insana gelir. Kiminden kaçar
kimine koşar. Küçücük böceği böyle bir hisle yaratan Allahü teâlânın
kudreti sonsuzdur.

Yarasa, memeli hayvanlar içinde
uçabilen tek hayvandır. Ses dalgalarına karşı muazzam hassastır. 200
bin frekanslı sesleri rahatlıkla duyar. Hâlbuki insan, azami 20 bin
titreşimi ses olarak duyar. Karanlık gecede rahatlıkla bir yere
çarpmadan uçar. Uçarken, kanat çırparken insanların duyamayacağı yüksek
frekanslı sesler çıkarır. Bu sesler bir cisme çarpınca hemen yarasaya
geri akseder. Yarasa bu cisimlerin hareketli veya sabit olduğunu anlar.
Ona göre vaziyet alır. Bu sayede avını yakalar, düşmanından kaçar.

Yarasa,
dinlenirken baş aşağı durur. Kanatları ile vücudunu öyle örter ki,
yağan yağmurlar kanatları üzerinden aşağı akarak vücudu ıslatmaktan
korur. Kapalı yerlerde de tavana yapışıp baş aşağı durur.

Yarasa,
bazı hayvanlar gibi, kışlık yiyeceği koyacak yer bulamaz. Kışın aç
kalmamak için Allahü teâlâ bu çeşit hayvanlara kış uykusu ihsan
etmiştir. Yarasa, kış uykusu esnasında vücudundaki yağı azar azar
tüketir. Yağ tabakası aynı zamanda hayvanın üşümemesini sağlar.

Yarasanın
bir kısmı sivrisinek ve mahsule zarar veren böcekleri yer. Bir kısmının
gübresinden istifade edilir. Gübresi ziraat dışında, barut yapmak için
güherçile imalinde kullanılır. Her hayvanın yaşaması için çeşitli
imkânlar yaratan ve hayvanlardan çeşitli şekilde istifade sağlayan
hikmet sahibi Rabbimize hamd olsun!

Kendilerine mahsus silahları var
Her
hayvan, neslini devam ettirecek şekilde yaratılmıştır. Düşmandan
korunacak, avını yakalayacak silahı vardır. Mesela bir cins çekirge,
düşmanı saldırınca, çok kötü kokulu ve zehirli köpük fışkırtır. Düşmanı
saldırmaktan vazgeçmek zorunda kalır. Bir cins hamamböceği de,
düşmanına karşı çok sıcak bir sıvı fışkırtır.

Kuşlardaki ilginç özellikler
Allahü
teâlâ, her kuşun kolayca uçabilmesi, gıdasını toplayabilmesi, soğuktan,
sıcaktan korunması, kendini savunması ve üremesi için muhtaç olduğu her
şeyi en uygun şekilde yaratmıştır. Mesela, yerde yürüyebilmesi, uçuş
için yerden yukarıya yükselmesine ve yere konmasına yardımcı olması
için kuşları iki ayaklı yaratmıştır.

Fazla soğuk ve sıcaktan
etkilenmemesi için kuşun vücudunu tüylerle kaplı olarak, ayak
derilerini de kalın ve dayanıklı olarak yaratmıştır. Kuşların ayak
derileri de tüylü olarak yaratılsaydı, çamura girince çamur tüylere
yapışıp uçuşa mani olurlardı. Uçuş esnasında tüylerin kolay kopup
kuşların çıplak kalmamaları için deriye çok sağlam raptetmiştir. Bunun
gibi, yağmurdan etkilenmeyecek biçimde tüyleri kaygan bir özellikte
yaratmıştır.

Kuşlardaki kanatların hikmetini düşünmeye
çalışmalıdır! Kalın tüyleri tutan kemiğimsi çubuk olmasaydı, tüyleri
bütün vücutta kıl gibi bitseydi, rüzgâra karşı mukabele edemezdi.
Tüyleri tutan çubuk kalın olduğu halde içi boş olduğundan uçuşa mani
değildir. İlikleri olmayıp içi boş olduğu için uçmaları kolaylaşır ve
kırılmaları da zorlaşır.

Leylek gibi uzun ayaklı kuşların
suda kolayca gıdalarını almalarını sağlamak için boyun ve gagalarını da
uzun yaratmıştır. Ayaklar uzun olduğu halde boynu kısa olsaydı veya
ayakları kısa olduğu halde boynu uzun olsaydı gıdalanmaları mümkün
olmayacak kadar zor olurdu. Mesela gagası kısa olsaydı, su içinde
boğulabilirdi.

Allahü teâlâ, her cins kuşa, beslenmelerine uygun
şekilde gaga yaratmıştır. Gaga, keskin olduğu için bıçak vazifesini
görür. Gaga ile parçalanıp yenen şeyler, karındaki yüksek ısı sayesinde
gayet ufak olarak öğütülür, böylece dişlere lüzum kalmaz.

Cenab-ı
Hak, kuşların üremesini yumurta ile yarattı. Eğer yavrusunu karnında
yaratmış olsaydı, bu hâl, kuşun uçmasına mani olurdu. Kuluçka müddeti
boyunca yumurtaların üzerinde yatması kuşa ilham olunmuştur.
Güvercinler, kuluçkadaki yumurtalar soğuyup bozulmasın diye biri
çıktığı zaman diğeri ona vekâlet ederek kuluçka müddetince nöbetleşe
yumurtalar üzerinde yatıyorlar. Sanki bu tedbir kalkınca yumurtaların
bozulacağı kendilerine öğretilmiştir. Kuşlara bunları kim öğretmiştir?
Bütün bunlar tesadüfî şeyler değildir. Cenab-ı Hakkın kudretinin
tezahürüdür.

Leylekler, Anadolu�dan kalkıp Afrika�ya göç
ediyorlar. Göç sadece leylekler arasında değil, başka kuşlar arasında
da meydana gelmektedir. Turna ve kırlangıç gibi Amerika�da ötleğen
denilen kuşları, Kanada�daki yazlık yuvasını terk ederek, dağ, orman ve
nehirler aşarak 4�5 bin km.lik bir seyahatten sonra Güney Amerika�daki
kışlıklarına ulaşırlar. Üç gün, geceli gündüzlü hiç durmadan kafile
halinde uçarlar.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Körü körüne inanmak mı? Left_bar_bleue100/100Körü körüne inanmak mı? Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Körü körüne inanmak mı? Empty Geri: Körü körüne inanmak mı?

Mesaj tarafından By_Çeri 22.08.08 10:24

Göçmen kuşlar, uygun rüzgârlar bulabilmek için yerden 6 km
yukarılara kadar çıkarlar. Yiyecek bulmak ve soğuktan korunmak için göç
ederler. Seyahate çıkmadan önce vücutlarına yağ depo ederler. Yağın,
aynı miktardaki protein ve karbonhidrata göre iki misli enerjiye sahip
olması, kuşlar için en iyi bir yakıt olmasına sebeptir. Kuşlar, eski
yuvalarını bulmak için gündüzleri Güneşi, geceleri ise yıldızları
pusula olarak kullanırlar. Sisli ve bulutlu havalarda ise, pusula
olarak yerin manyetik sahasını kullanırlar. İnsanlar frekansı 16000�den
az olan sesleri işitemediği halde, kuşlar rahatça işitebildikleri için
yollarını kolayca bulabiliyorlar.

İnsanlar, mevcut olan
yerçekimi kanununu 17. asırda öğrenmişken, kuşların, asırlardan beri
yerin manyetik alanıyla çekim gücü arasındaki açıyı ölçerek yönlerini
tayin etmeleri bir tesadüf olamaz. Kâinatta tesadüflere yer yoktur. Her
şey kudret sahibi Yüce Rabbimizin yaratmasıyla meydana gelmektedir.

Deve:
Her hayvan ve her vasıta çöldeki kuma batmadan kolaylıkla gidemez.
Çölde her zaman su bulmak güçtür. Kavurucu sıcaklar su kaybına,
terlemeye sebep olur. Allahü teâlâ, çölün şartlarına uygun bir hayvan
yaratmıştır. Bu acayip hayvan devedir. Ayaklarının tabanı yastık gibi
yumuşak olduğundan, diğer hayvanların aksine kuma batmaz.

Deve,
uzun müddet yiyip içmeden yaşayabilen bir hayvandır. Çölde aç kalan
deve, vücudundaki yağları yakarak gerekli gıdasını temin eder. Hörgücü
yağ deposudur. Uzun çöl yolculuğunda yedek gıda deposu olan hörgücünün
yavaş yavaş azaldığı görülür. Böylece kendi kendini besleyebildiği için
açlık deve için bir problem sayılmaz.

Devenin, ikinci önemli
özelliği de, susuz yaşayabilmesidir. Kızgın kumlar üzerinde ağır yükün
altında bir hafta su içmeden yol alabilir. Bu da şaşılacak bir
özelliktir.

Devenin yağ deposu olan hörgücü aynı zamanda bir
su kaynağıdır. Bilim adamlarının aklının alamadığı kimyevi hadiseler
neticesinde, hörgüçteki yağ suya da dönmektedir. Yağ, hem gıda, hem de
su ihtiyacını karşılamaktadır.

Nemli bir yere çöken deve,
ihtiyacı olan suyu, yerin neminden alır. Tüyleri, güneşin sıcaklığını
yansıtabildiğinden, sıcağın yakıcı tesirinden korunarak su ihtiyacı
hissetmez. Devenin başka bir özelliği de, vücuttaki suyun kaybolmaması
için hemen hemen hiç terlemeyecek şekilde, kum fırtınasında kumların
burnuna kaçmaması için burnu hemen kapanacak şekilde yaratılmıştır.

Otlarken
dilini çıkarmadığı için su kaybı daha az olur. Az idrar çıkarır.
İdrardaki ürenin çoğu yeniden protein yapılarak hem gıda, hem de su
kazanmak için karaciğerinden geçer. Bütün bunları yaratan Allahü
teâlânın kudreti sonsuzdur.

Hayvanların yavru sevgisi
Yırtıcı
kuşlar ve bazı hayvanlar yavrularına hiçbir zarar vermeden uzak yerlere
götürürler. Yarasalar emin yer bulana kadar 2�3 gün yavrularını
sırtlarında taşırlar. Aksilokop hayvanı yumurtladıktan hemen sonra
ölür, yavrusunu hiç görmez buna rağmen yumurtadan çıkacak yavrusuna
gösterdiği ihtimam dikkate şayandır. Yavrusu bir yıl gıdasını temin
etmeye muktedir değildir. Bundan dolayı anne, bir ağaç parçasında
uzunca bir oyuk meydana getirir. Çiçek yapraklarını ve bazı yumuşak
dalları buraya doldurmaya başlar ve oraya bir yumurta bırakır. Sonra
ağaçtan çıkardığı tozları hamur haline getirip tavan yapar. Bundan
sonra başka bir yuva yapmaya koyulur. Buraya bıraktığı yiyecekler, bu
yavruya tam bir yıl yeter.

Eşek arısı toprakta kazdığı çukura yumurtasını bırakmadan önce avladığı hayvanları da yumurtanın yanına bırakır. Sonra üstünü örter.

Bir serçenin yeni çıkmış bir yavrusu için günde 1217 kere gıda aramak için sefere çıktığı tespit edilmiştir.

Yavrularını kaybeden hayvanların, üzüntülerinin insanlardan daha çok olduğu tespit edilmiştir.

At,
yavrusu öldüğünde acı acı kişner, gözlerinden yaşlar akar, ölüsünün
başına kimseyi yaklaştırmaz. Gömdükten sonra başında bekler. Yemeden
içmeden kesilir. Bazılarında bu üzüntü, ölümle sonuçlanır.

Tavuk,
kaz, köpek gibi hayvanların yavrularını vermemek için insanlara
saldırdığı, kedilerin, yavrularını ağızlarına alarak, onları incitmeden
götürdükleri görülmüştür.

Yaban domuzu avında,
domuzların, yavrularını bırakıp kaçmadığı, bilakis, yavrularını
burunlarıyla iterek kaçmalarını sağladığı çok görülmüştür.

Kanguru, tehlike görünce yavrularını karnındaki torbaya doldurup kaçar.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü
teâlâ, yüz rahmetinden birini mahlûkat arasında taksim etti. Bununla
anne evladına şefkat eder, hayvanlar yavrularını sever ve bütün
mahlûkat birbirine merhamet eder.)
[Ebu Ya�la]

Nesillerini devam ettirebilmeleri için hayvanlara da bu sevgiyi veren Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.

Su, ateş ve hava�nın önemi
Su:
Her
canlıyı sudan yaratan Allahü teâlâ hayatın devamı için suyu insanların
istifadesine vermekle en büyük nimetlerden birini ihsan etmiştir. Susuz
kalmayan, suyun kıymetini kolay anlamaz. Ayrıca Allahü teâlâ, bol bol
ihsan ettiği için kıymeti herkesçe bilinmemektedir. Her meyve, sebze ve
diğer bitkilerle, her canlının varlığı suya bağlıdır. Yenilen gıdaları
suyla sindirme zarureti vardır. Su olmasaydı, sindirim gerçekleşmez,
yaşamak da mümkün olmazdı. Suyun temizleme özelliği bile ne büyük
nimettir. Suyla yapılan ihtiyaç maddelerine bakmak, suyla pişirilen
yemekleri düşünmek gerekir. Şiddetle muhtaç olduğumuz suyun kadrini
biliyor muyuz? Su nimetindeki hikmetleri düşünebilen kimsenin,
Yaratanın büyüklüğünü anlayıp teslim olmaması mümkün müdür?

Ateş: Allahü
teâlâ, insanlar için en büyük nimetlerden biri olan ateşi bir lütuf ve
ihsan olarak ihtiyaca yetecek kadar yarattı. Her canlıda ısı mevcuttur.
Ateş nimetinin de faydaları sayılamayacak kadar çoktur. Ateş sayesinde
madenler eritilerek çeşitli sanayilerde kullanılmakta, yemekler
pişirilmektedir. Kışın soğuktan ateş sayesinde korunulur. Bütün
aydınlatma cihazları yine ateş sayesinde mümkün olmaktadır. Ateşi
istediğimiz gibi çeşitli işlerde kullanmamızı ihsan eden cenab-ı Hakka
ne kadar şükretsek azdır.

Hava: Eğer bir müddet hava
nimeti yok olsa, bütün canlılar helak olur. Uçsuz bucaksız boşluk
havayla dolu olduğu için, bu büyük nimetten habersiz yaşanıyor. Birkaç
dakika nefes alıp veremesek ölürüz. Hava olmasaydı, uçaklar uçamazdı.
Gemiler ve diğer vasıtalar da havaya muhtaçtır. Yağmur bile hava
sayesinde düzgün yağmaktadır; çünkü hava olmasaydı, yağmur kütle
halinde düşer, ondan istifade zorlaşır, hatta felaket olurdu. Hava ve
rüzgâr olmasaydı, yağmurlar hep belli yerlere düşer, birçok yerlere de
yağmaz, böylece fayda yerine zararı olurdu. Bazı yerlerde kuraklık
hüküm sürerken, bazı yerlerde devamlı seller meydana gelir, birçok
şeyler harap olurdu. Hava olmasaydı kuraklık hüküm süren yerlerde
bitkiler kurur, pınarlarda su kalmazdı. Böylece havada istenilen nem
bulunmayacağı için ziraat yapılamaz, hastalıklar baş gösterir, kıtlık
ve felaket meydana gelirdi.

Diğer maddeler:
Allahü
teâlâ, insanoğlu için bunlar gibi daha nice sayısız nimetler
yaratmıştır. Bunları kullanabilmek için akıl ihsan etmiştir. Bu
ihsanlara karşı kulluk vazifesini yapmak gerekmez mi?

Toprak:
Yeryüzünde toprak olmayıp hep kaya ve taş gibi sert maddeler
bulunsaydı, ziraat yapılmaz, toprak nimetinden istifade edilemezdi.

Yer çekimi
kuvvetinin yaratılması ne büyük nimettir. Yer çekimi olmasaydı
yeryüzünde yaşamak mümkün olmazdı. Hiçbir şey konduğu yerde durmaz,
hafif bir etki ile göklere yükselirdi.

Dünyanın oval olması,
mevsimlerin meydana gelmesine sebep olmaktadır. Gece ve gündüz ise, yer
kürenin kendi ekseni etrafında dönmesiyle meydana gelmektedir.

Denizdeki hayvanlar,
karadaki hayvanlardan daha fazladır. Bütün bu hayvanların rızıklarını
veren Allahü teâlâ, hayvanları su içinde nefes alacak şekilde
yaratmıştır. Deniz içinde boyu 25 metreyi bulan Anber balıklarını
yaratmış, istiridye cinsinin karnında yüksek değerli inciler ve
kabuklarından düğme ve süs eşyası yapılan sedefler yaratmıştır. Cenab-ı
Hak, suya belli kaldırma kuvveti vermeseydi, denize giren suyun dibine
batar, bir daha çıkamaz, gemiler yüzemez, balıklar yaşayamazdı.
Bunların her biri birer harikadır. Bunları göremeyen gözler kördür.

Doğal felaketler:
Sel, deprem, kuraklık gibi felaketlerin ara sıra meydana gelmesi,
Allahü teâlânın sonsuz nimetlerine, lütuf ve ihsanına karşı isyanda
olanları ikaz mahiyetindedir. Hiçbir nimet ve felaket sebepsiz
değildir. Düşünenler için sayısız hikmetleri vardır.

Kâinat ve düzenli hayat
Canlı
cansız bütün varlıklar bir düzen içindedir. Her maddenin yapısında, her
olayda, her reaksiyonda, hiç değişmeyen bir düzen, bir matematik
bağlantı vardır. Bunlara fizik, kimya, astronomi ve biyoloji kanunları
diyoruz. Bu değişmez düzenden faydalanarak, insanlar fabrikalar
kuruyor, ilaçlar imal ediyor, radyolar, televizyonlar, elektronik
beyinler yapıyor. Mahlûklarda, bu düzen olmasaydı, her şey rastgele
olsaydı, bunların hiçbiri yapılamazdı. Her şey bozulur, yok olurdu.

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Gökleri
yedi kat ve birbirine ahenkli şekilde yaratan Rahmanın yarattığı her
şeyde bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü çevir de ibretle bak, bir
aksaklık, bir eksiklik var mı? Bir aksaklık var mı, diye gözünü tekrar
çevir de bak, ama umduğunu bulamayıp bitkin düşersin.)
[Mülk 3�4]

Varlıkların
düzenli, bağlantılı, kanunlu olmaları; bunların kendiliklerinden,
rastgele var olmadıklarını; her şeyin bilgili, kudretli, gören, işiten,
dilediğini yapan bir yaratıcı tarafından var edildiğini göstermektedir.
O, dilediğini var veya yok eder. Bir şeyi var etmeye ve yok etmeye,
başka şeyleri sebep yapmıştır. Bu sebepleri yaratmasaydı, varlıkların
arasında bu düzen olmazdı. Her şey karmakarışık olurdu. Fen, medeniyet
hâsıl olamazdı. Bir yaratıcının olduğu da bilinemezdi.

O, varlığını bu düzeniyle belli ettiği gibi, insanlara çok acıyarak, var olduğunu da ayrıca bildirmiştir.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Körü körüne inanmak mı? Left_bar_bleue100/100Körü körüne inanmak mı? Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Körü körüne inanmak mı? Empty Geri: Körü körüne inanmak mı?

Mesaj tarafından By_Çeri 22.08.08 10:24

Âdem aleyhisselamdan başlayarak, her asırda, dünyanın her yerindeki
insanlar arasından en iyi, en üstün olarak yarattığı birisine melekle
haber vererek, kendini bildirmiş ve insanların dünyada ve ahirette
rahat etmeleri, iyi yaşamaları için, ne yapmaları ve nelerden
sakınmaları gerektiğini açıklamıştır. Böyle üstün insanlara Peygamber,bildirdiklerine de Din denir.
İnsanlar eski şeyleri unuttukları için ve her zaman bulunan kötü
kimseler, peygamberlerin kitaplarını ve sözlerini değiştirdiklerinden,
eski dinler unutulmuş, bozulmuştur. Kötü insanlar, uydurma dinler de
meydana getirmişlerdir.

Her şeyi yaratan yüce Allah, insanlara
çok acıdığı için, kullarına son bir peygamber ve yeni bir din yani
Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselam ile İslam dinini
göndermiştir. Bu dini, kıyamete kadar koruyacağını, kötü insanlar
saldıracaklar, değiştirmeye, bozmaya kalkışacaklar ise de, kendisi
bunu, bozulmamış olarak her yere yayacağını müjdelemiştir.

Yaratıcıyı inkâr
Sual:

Çok kimse, Tanrıdan, Cennetten, Cehennemden bahsediyor. Bugün bilim
bunların hurafe olduğunu, bir yaratıcı olmadığını, her şeyin tesadüfen
meydana geldiğini, ölünce herkesin toprak olacağını, kimsenin artık
dirilemeyeceğini bildiriyor. Zamanla herkes ateist olacak, Tanrıya
inanan kalmayacak. Niçin boşuna uğraşılır ki?
CEVAP
Her
şeyin tesadüfen meydana geldiğini bilim değil, ateist söylüyor. Bilim
ise aksini söylüyor. Bir ateist, bırakın bir karınca yaratmayı, bir
buğday tanesi, bir arpa tanesi yapamadığı halde, muazzam bir varlık
olan insanın kendiliğinden tesadüfen yaratıldığını söylemesi mi hurafe,
yoksa gerçek olan mı hurafe? Güneş, ay, yıldızlar, kâinattaki varlıklar
kendiliğinden mi oldu?

Ebedi Cehennem azabına müstahak olmayı düşünmek, ne kadar ahmaklık olur. Hazret-i Ali, dirilmeye inanmayan bir ateiste diyor ki:
(Biz
inanıyoruz. Diyelim ki, senin dediğin gibi tekrar dirilmek olmasaydı,
inanıp ibadet etmekle bizim hiç zararımız olmazdı. Bizim inancımız
doğru olduğu için, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın.)

Ateist
ölünce, kendi inancına göre, yok olacak. İslamiyet�e göre ise, o
Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler içinde
yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden elbette,
ikincisini seçer. Sonsuz azapta kalmak, bir ihtimal bile olsa, bunu
hangi akıl kabul eder? Hâlbuki ahiret hayatı, bir ihtimal değil, apaçık
bir gerçektir. Hangi şey tesadüfen yaratılmıştır ki? Kendiliğinden
meydana gelmiş bir eser var mıdır? O halde aklı, ilmi olanın, Allah�a
ve ahirete inanması gerekir.

Heykelin büyük ustası
Sual:

Ateist bir tanıdık, (Heykelin büyük ustası Rodin İstanbul�da aynen
canlı gibi heykel yapıyor) diyerek Rodin�i övüp, ona olan hayranlığını
belirtti. Bu ateiste ne denebilir?
CEVAP
Şöyle denebilir:
(Canlı gibi heykel yapana hayranlık duyuyorsunuz da, bizzat canlı
olarak yaratana niye hayranlık duymuyorsunuz?)

Bırakın taşı
yontmayı, etten vücut bile yapılsa ona nasıl can verilebilir ki? Bu
kadar aciz olan insan, her şeyi Yaratanı nasıl inkâr eder ki? Bir
heykel bile tesadüfen yapılmıyor, ustası var da, kâinattaki diğer
şeyler ustasız nasıl yapılır? Ateist, düşünmekten korkan ve inanmaktan
mahrum kalan biridir.
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Körü körüne inanmak mı? Left_bar_bleue100/100Körü körüne inanmak mı? Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz