Bidly
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Bir üniversiteliye cevap

Aşağa gitmek

Bir üniversiteliye cevap Empty Bir üniversiteliye cevap

Mesaj tarafından By_Çeri 22.08.08 10:25

Bir üniversiteliye cevap


Seyyid Abdülhakim efendinin, İstanbul'da, Sultan Selim Camii şerifi bahçesindeki, (Medrese-tül-mütehassısin)de
tesavvuf müderrisi [ilahiyat fakültesinde, tasavvuf kürsüsü, ordinaryüs
profesörü] iken, bir üniversitelinin sualine karşı, yazmış olduğu
mektubu, kelimelerini sadeleştirerek, aşağıya yazıyoruz:

Bütün
kuvvetinizle, Allahü teâlânın kudreti sahasından dışarı çıkabilirseniz,
çıkınız! Fakat, çıkamazsınız. Bu sahanın dışı, âdem diyarıdır. O âdem
[yani yokluk] diyarı da, Onun kudreti içindedir.
Bir sırası düşerek,
İbrahim Edhemden, birisi nasihat istedi. Buyurdu ki, altı şeyi kabul
edersen, hiçbir işin sana zarar vermez. O altı şey şudur:

1-
Günah yapacağın zaman, Onun rızkını yeme! Rızkını yiyip de, Ona isyan etmek, doğru olur mu?

2-
Ona asi olmak istersen, Onun mülkünden çık! Mülkünde olup da, Ona isyan etmek, layık olur mu?

3-

Ona isyan etmek istersen, gördüğü yerde günah yapma! Görmediği bir
yerde yap! Onun mülkünde olup, rızkını yiyip, gördüğü yerde günah
yapmak, uygun değildir.

4-
Can alıcı melek, ruhunu
almaya geldiği zaman, tevbe edinceye kadar izin iste! O meleği
kovamazsın. Kudretin var iken, o gelmeden önce tevbe et! O da, bu
saattir. Zira, Melek-ül-mevt, ani gelir.

5-
Mezarda,
Münker ve Nekir ismindeki iki melek, sual için geldikleri vakit, onları
kov, seni imtihan etmesinler! Soran kimse dedi ki, (Buna imkan yoktur).
Şeyh buyurdu ki, (Öyle ise, şimdiden onlara cevap hazırla!)

6-
Kıyamet günü Allahü teâlâ (Günahı olanlar, Cehenneme gitsin!) diye emredince, ben gitmem de!

Soran
kimse dedi ki, (Bu sözümü dinlemezler). Bunun üzerine, o kimse, tevbe
etti ve ölünceye kadar, tevbesinden vazgeçmedi. Evliyanın sözünde,
rabbani tesir vardır.

İbrahim-i Edhemden sordular ki, Allahü teâlâ, (Ey kullarım! Benden isteyiniz! Kabul ederim, veririm) buyuruyor. Halbuki, istiyoruz, vermiyor? Cevap buyurdu ki:

Allahü
teâlâyı çağırırsınız, Ona itaat etmezsiniz. Peygamberini tanırsınız,
Ona uymazsınız. Kur'an-ı kerimi okursunuz, gösterdiği yolda
gitmezsiniz. Cenab-ı Hakkın nimetlerinden faydalanırsınız, Ona şükür
etmezsiniz. Cennetin, ibadet edenler için olduğunu bilirsiniz,
hazırlıkta bulunmazsınız. Cehennemi, asiler için yarattığını
bilirsiniz, ondan sakınmazsınız. Babalarınızın, dedelerinizin ne
olduklarını görür, ibret almazsınız. Aybınıza bakmayıp, başkalarının
ayıplarını araştırırsınız. Böyle olan kimseler, üzerlerine taş
yağmadığına, yere batmadıklarına, gökten ateş yağmadığına şükretsin!
Daha ne isterler? Dualarının neticesi, yalnız bu olursa, yetmez mi?

[Allahü teâlâ, Mümin suresinin altmışıncı âyetinde, (Dua ediniz, kabul ederim),isteyiniz,
veririm buyuruyor. Duanın kabul olması için, beş şart vardır: Dua
edenin Müslüman olması, Ehl-i sünnet itikadında olması, haram
işlemekten, bilhassa haram yemekten, içmekten sakınması, farzları
yapması, bilhassa beş vakit namaz kılması, Ramazan oruçlarını tutması,
zekât vermesi, Allahü teâlâdan istediği şeyin sebebini öğrenip, bunu
araması lazımdır. Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır.
Bir şey istenince, o şeyin sebebini gönderir ve bu sebebe tesir ihsan
eder. İnsan bu sebebi kullanıp, o şeye kavuşur. Evliyasının hatırı
için, âdetini bozarak, bunlar dua edince veya Evliyayı kiram vesile
edilerek dua edilince, bunlara (Keramet) olarak, sebebe hacet kalmadan, doğruca istenileni verir.]

Siz,
adem [yokluk] diyarından, bu varlık alemine, kendiliğinizden
gelmediğiniz gibi, oraya, kendiniz gidemezsiniz. Gördüğünüz gözler,
işittiğiniz kulaklar, duygu edindiğiniz organlar, düşündüğünüz zekâlar,
kullandığınız eller ve ayaklar, geçeceğiniz bütün yollar, girip
çıktığınız bütün mahaller, hulasa, ruh ve cesedinize bağlı bütün
aletler, sistemler, hepsi ve hepsi, Allahü teâlânın mülk ve mahlûkudur.
Siz Ondan hiçbir şey gasp edemez, mülk edinemezsiniz! O, hayy ve
kayyumdur. Yani, görür, bilir, işitir ve her var olan şeyi, her an
varlıkta durdurmaktadır. Hepsinin idaresinden, hallerinden bir an gafil
olmaz. Mülkünü kimseye çaldırmaz. Emirlerine uymayanların cezasını
vermekten de, aciz kalmaz. Mesela, Ayda, Merihde ve diğer yıldızlarda
insan olmadığı gibi, bu Erd küresinde de bulunmasaydı, bir şey lazım
gelmezdi. Bundan dolayı, büyüklüğünden bir şey eksilmezdi.

Hadis-i kudside buyuruyor ki:
(Önce
gelenleriniz, sonra gelenleriniz; küçüğünüz, büyüğünüz; dirileriniz,
ölüleriniz; insanlarınız, cinleriniz; en mütteki, itaatli kulum gibi
olsanız, büyüklüğüm artmaz. Aksine olarak, hepiniz, bana karşı duran,
Peygamberlerimi aşağı gören, düşmanım gibi olsanız, üluhiyetimden bir
şey eksilmez. Allahü teâlâ, sizden ganidir, Ona hiçbiriniz lazım
değildir. Siz ise, var olmanız için ve varlıkta kalabilmeniz için ve
her şeyinizle, hep Ona muhtaçsınız.)
[Müslim]

Güneşten ziya
ve hararet gönderiyor. Aydan ışık dalgaları aks ettiriyor. Siyah
topraktan, tatlı renkli, hoş kokulu nice çiçekler, güzel yüzler
yaratıyor. Rüzgârdan gönüllere ferahlık veren nefesler döküyor. Birçok
senelik uzaklıktaki yıldızlardan, şu çıktığınız, sonunda gömüleceğiniz
topraklara nurlar yağdırıyor. Zerrelerinde nice nice titreşimlerle
tesirler uyandırıyor. [Bir taraftan, beğenmediğiniz, iğrendiğiniz
pislikleri, en küçük, en hakir mahlûkları [mikroplar] vasıtası ile,
toprağa çevirip, çiğnediğiniz bu toprakları bitki fabrikasında,
vücudunuz makinesinin yapı taşı olan, protein, yani yumurta akı maddesi
haline döndürüyor. Bir taraftan da yine nebatat fabrikasında, toprağın
suyunu, havanın boğucu gazı ile birleştirerek ve içerisine, semadan
gönderdiği enerjiyi, kudreti depo ederek, nişastalı, şekerli maddeleri
ve yağları, yani vücudunuz makinesini işletecek kudret kaynağını
yaratıyor.] Böylece, tarlalarda, çöllerde, dağlarda, derelerde,
bitirdiği nebatlarda ve yeryüzünde ve denizlerin dibinde gezdirdiği
hayvanlarda, midelerinize gidecek, sizi besleyecek rızık, gıda
hazırlıyor. Akciğerlerinizde kimyahaneler açarak, burada kanınızın
zehirini ayırıp, yerine oksijen yakıcı maddesini sokuyor.

Dimağlarınızda,
fizik laboratuarları açarak, burada his uzuvlarından, sinirlerden gelen
haberler alınıp, demir taşına mıknatıs kuvvetini yerleştirdiği gibi,
beyninize yerleştirdiği akıl ve yüreğinize yerleştirdiği kalb
kuvvetleri tesiri ile, bir anda, çeşitli planlar hazırlanıp, emirler,
hareketler meydana getiriyor.

Yüreğinizi çok karışık ve harika
dediğiniz tesirlerle, geceli gündüzlü çalıştırıp, damarlarınızda kan
nehirleri akıtıyor. Sinirlerinizde, akıllarınızı şaşırtan, nice nice
yol şebekeleri dokuyor. Adalelerinizde sermayeler gizliyor. Daha ve
daha birçok harikalarla, vücudunuzu techiz ediyor, tamamlıyor. Hepsine
fizik kanunları, kimya reaksiyonları ve biyoloji olayları gibi isimler
taktığınız, bir nizam ve ahenkle, tesis ediyor, montaj yapıyor. Kuvvet
merkezlerini içinize yerleştiriyor. Gereken tedbirleri ruh ve şuurunuza
tersim ediyor. Zihin denilen bir hazine, akıl namında bir miyar, fikir
dedikleri bir alet, irade dediğiniz bir anahtar da, ihsan ediyor.
Herbirini yerinde kullanabilmeniz için size tatlı, acı ihtarlar,
işaretler, meyiller, şehvetler de veriyor. Daha büyük bir nimet olarak,
sadık ve emin Resullerle açıkça, talimat gönderiyor.

Nihayet,
vücudunuz makinesini işletip ve tecrübelerini gösterip, maksada göre
kullanmanız ve istifade etmeniz için elinize teslim ediyor. Bütün
bunları, size ve iradenize ve yardımınıza muhtaç olduğundan değil,
mahlûkları arasında size ayrı bir mevki, bir salahiyet vererek, mesut
ve bahtiyar olmanız için yapıyor. Ellerinizi, ayaklarınızı,
kullanabildiğiniz her uzvunuzu, arzunuza bırakmayıp da, yüreğinizin
atması, ciğerlerinizin şişmesi, kanlarınızın dolaşması gibi, sizden
habersiz kullansaydı, her işinizde, zorla, refleks hareketleri ile,
çolak el, kuru ayak ile yuvarlasaydı, her hareketiniz bir titreme, her
kımıldamanız bir siğirme olsaydı, kendiliğinize ve emanetlere malik
olduğunuzu iddia edebilir mi idiniz? Sizi, cansızlar gibi, sade dış
kuvvetler tesiri ile veya hayvanlar gibi, yalnız dış ve iç kuvvetler
ile akılsız, şuursuz hareket ettirse idi ve evlerinize taşıdığınız
nimetlerden, yük hayvanı gibi, ağzınıza bir lokma verseydi, onu alıp
yiyebilecek mi idiniz?

Doğmadan evvelki, doğduğunuz zamanki
halinizi düşünüyor musunuz? Üzerinde yatıp kalktığınız, yiyip
içtiğiniz, gezip dolaştığınız, gülüp oynadığınız, dertlerinize deva,
korkulara, sıcağa, soğuğa, açlığa, susuzluğa, yırtıcı ve zehirli
hayvanların ve düşmanların hücumlarına karşı koyacak vasıtaları
bulduğunuz şu yer küresi yapılırken, taşları, toprakları hilkat
fırınlarının ateşlerinde pişirilirken, suyu ve havası, kudret
kimyahanesinde inbiklerden çekilirken, siz nerede idiniz, ne içinde
idiniz, hiç düşünüyor musunuz?

Bugün, bizim dediğiniz
karaların, denizlerden süzülüp ayrıldığı, dağların, derelerin,
ovaların, tepelerin döşenildiği zaman, acaba nerede idiniz? Denizlerin
acı suları, Hakkın kudreti ile buharlaştırılarak, gökte bulutlar
yapılırken, o bulutlardan yağan yağmurlar, [çakan şimşeklerin ve
güneşten gelen kudret, enerji dalgalarının hazırladığı gıda
maddelerini] yanmış, kurumuş toprakların zerrelerine işletip, o
maddeler, [ziya ve hararet şuaları tesiri ile] oynayıp titreşerek
hayatın hücrelerini yetiştirirken, nerede idiniz ve nasıldınız?

Bugün
kendinize maymun tohumu derler, inanırsınız. Allah yaratır, yaşatır,
öldürür, her şeyi O yapar derler inanmak istemezsiniz.

Ey insan!
Acaba sen nesin? Babanın damarlarında neydin? Bunak, örümcek kafalı,
gerici diye hakaret ettiğin babana, vaktiyle damarları içinde sıkıntı
verirdin. O zaman, seni oynatan kimdi ve sen onu, niçin rahatsız
ediyordun? O, istese idi, seni bir çöplüğe atabilirdi, fakat atmadı.
Seni, bir emanet gibi sakladı. Bol bol besleneceğin bir gülşen seray-ı
ismete tevdi etti ve nice zaman himayene uğraştı ise, sen niçin
sıkıntılarından babanı mesul tutarak tahkir ediyorsun da, nimetlerinden
ona ve yaratanına bir şükür payı ayırmıyorsun? Sonra sen, emanetini
niçin herkesin kirlettiği çöplüklere döküyorsun?

Etrafın, arzu
ve emellerine uyduğu zaman, her şeyi, aklınla, ilminle, fenninle,
gücünle, kuvvetinle yaratarak yaptığına, bütün başarıları icat ettiğine
inanıyorsun. Hakkın sana verdiği vazifeyi unutuyor ve o yüksek
memurluktan istifa ediyor ve emanete sahip çıkmaya kalkıyorsun. Kendini
malik ve hakim tanımak ve tanıttırmak istiyorsun. Öte taraftan,
etrafın, arzularına uymaz, dış kuvvetler seni mağlup etmeye başlarsa, o
zaman da, kendinde hasret ve hüsrandan, acz ve yeisten başka bir şey
görmüyorsun. Hiçbir irade ve ihtiyara sahip olmadığını, her şeyin cebr
elinde esir olduğunu ve varlığının, otomatik ve fakat zembereği kırık
bir makine gibi olduğunu iddia ediyorsun. Kaderi bir (ilm-i mütekaddim) değil, bir (cebr-i mütehakkim) manasında anlıyorsun. Bunu söylerken, ağzının, gramofon gibi olmadığını da, sezmez değilsin.

Sofrana,
sevdiğin yemekler gelmediği zaman eline geçirebileceğin kuru ekmeği
yemekle, yemeyip açlıktan ölmek arasında hür ve serbest bulunduğun ve
kuru lokmalar, ağzına zorla tıkılmadığı halde, elini, dilini uzatır,
onları yersin. Hem yersin, hem de bir şey yapmadığına hüküm edersin.
Düşünmezsin ki, elin ve ağzın, yine arzunla oynamış ve bu oynayış bir
sıtma, bir titreme olmamıştır. Fakat, böyle mecbur olduğun zamanlarında
bile, iradene malik olduğun halde, seni aciz bırakan, harici kuvvetler
karşısında kendini mecbur, esir, hâsılı bir hiç bilirsin.

Yahu! İşin yolunda, muvaffakiyet ve muzafferiyet yanında olunca (Hep), işlerin aksi, ters olduğu zamanında ise, kaderin cebri altında oyuncak bir (Hiç) diye iddia ettiğin o sen, bunlardan hangisisin? Hep misin, hiç misin?

Ey
Âdemoğlu! Ey noksanlık ve taşkınlık içinde yüzen insan! Siz, ne
hepsiniz, ne de hiçsiniz! Her halde ikisi arası bir şeysiniz. Evet siz,
icat etmekten, her şeye hâkim ve galip olmaktan, şüphesiz uzaksınız.
Fakat, inkâr olunamayan bir hürriyet ve ihtiyarınız, sizi hâkim kılan,
bir arzu ve seçim hakkınız vardır. Siz, eşi ortağı bulunmayan bir hâkim
ve mutlak, başlı başına bir malik olan, Hak teâlânın emri altında, ayrı
ayrı ve müşterek vazifeler alan, birer memursunuz! Onun koyduğu ahkam
ve nizam ile, Onun tayin ettiği mevkileriniz ve halk edip emanet olarak
verdiği salahiyet ve vasıtalarınız nispetinde vazife yaparsınız. Amir
ancak O, hâkim yalnız O, malik yine Odur. Ondan başka amir, Ona benzer
hâkim, Ona ortak malik yoktur. Sizin o kadar benimseyerek, hevesle
atıldığınız maksatlar, gayeler, giriştiğiniz mücadeleler, sarf
ettiğiniz gayretler, duyduğunuz iftiharlar, kazandığınız başarılar,
Onun için olmadıkça, hep yalan, hep boştur. O halde kalblerinizde,
niçin yalana yer veriyorsunuz da, şirklere sapıyorsunuz? Niçin, eşsiz
hâkim olan, Hak teâlânın emirlerine uymuyor, Onu mabud tanımıyorsunuz
da, binlerce, hayal olan, mabudlar arkasında koşuyor, hepiniz
sıkıntılar içinde boğuluyorsunuz? Her neye koşuyorsanız, sizi
sürükleyen bir emel, bir ihtiyar, bir iman değil midir? Niçin o emeli
Haktan başkasında arıyorsunuz? Niçin, o imanı Hakka tahsis etmiyor, o
ihtiyarı bu imana ve imanın neticesi olan amellere sarf etmiyorsunuz?

Hak
teâlânın hâkimliğini tanıdığınız, emaneti ve emniyeti bozmayarak
çalıştığınız zaman, birbirinizi ne kadar sevecek, ne kadar bağlı
kardeşler olacaksınız. Sizin o kardeşliğinizden, Allah�ın merhameti,
neler yaratacaktır. Kavuştuğunuz her nimet, hep Hakka imanın hâsıl
ettiği kardeşliğin neticesi ve Allahü teâlânın merhameti ve ihsanıdır.
Gördüğünüz her musibet ve felaket de, hep kızgınlığın, nefretin ve
düşmanlığın neticesidir. Bunlar ise, hakkı tanımamanın, zulüm ve
haksızlık etmenin cezasıdır. Bu da, hukuku kendiniz kurmaya
kalkışmanın, Hak teâlâ ile yarış edebilecek şeriklere tâbi olmanın,
hâsılı, halis tevhid ile, yalnız Hak teâlâya iman etmemenin neticesidir.

Hulasa,
insanlığı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakka karşı şirk ve
müşrikliktir. İlim ve fen, ilerlediği halde, insanlığın ufuklarını
sarmış olan fesat karanlığı, hep şirkin, imansızlığın, vahdetsizliğin
ve sevişmezliğin neticesidir. Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın,
sevip sevilmedikçe, ızdırap ve felaketten kurtulamaz. Hakkı
tanımadıkça, Hakkı sevmedikçe, Hak teâlâyı hakim bilip, Ona kulluk
etmedikçe, insanlar, birbiri ile sevişemez. Haktan ve Hak yolundan
başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perişanlık yoludur. Görmez
misiniz, camiye gidenler sevişir, meyhaneye gidenler dövüşür.

Hak
teâlâdan başka her neye gönül verseniz, her neye tapınsanız, hepsinin
zıddı, mukabili vardır. Bunların hepsi de, Hakkın kudreti ve iradesi
altındadır. Şeriki, naziri, misli, zıddı, mukabili olmayan, yegane
hakim, ancak Hak teâlâdır ve ancak Onun mukabili bâtıldır, yanlıştır ve
varlığı mümkün olmayan bir yokluktur.

Hak teâlâdan başka, her
neye tâbi olur, her neye tapınır, Onun yerine, her neyi sever ve hakiki
hâkim tanırsanız, biliniz ki, onlar da sizinle beraber yanacaktır. (Seadet-i Ebediyye)
By_Çeri
By_Çeri
Kurultay
Kurultay

Mesaj Sayısı : 399
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 30/04/08

Kişi sayfası
Emsal Bar:
Bir üniversiteliye cevap Left_bar_bleue100/100Bir üniversiteliye cevap Empty_bar_bleue  (100/100)

https://www12.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz